17 Temmuz 2018 Salı

AÇIĞA İMZANIN KÖTÜYE KULLANILMASI SUÇU YARGITAY KARARI


T.C. YARGITAY
11.Ceza Dairesi
Esas:  2013/4941
Karar: 2015/25211
Karar Tarihi: 08.04.2015

ÖZET: Katılanın, sanığa teminat olarak verdiği imzalı boş senedin sanık tarafından doldurulup icraya konduğunun iddia edilmesi karşısında; sanığın açığa imza ile sahibi tarafından kendisine tevdi olunan imzalı kağıdı bertakrip ele geçirmesinin sözkonusu olmadığı, eylemin sübutu halinde yasada öngörülen “açığa imzanın kötüye kullanılması” suçunu oluşturacağının gözetilmemesi bozmayı gerektirir.

(5237 S. K. m. 209)

Dava: I) Sanık hakkında, katılandan işe girerken boş ve imzalı vaziyette teminat olarak aldığı senedi katılanın işten ayrılmasından sonra iade etmeyerek doldurup icraya koymak suretiyle resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği iddiasıyla açılan kamu davasında; Şikayetçi ...'in, 30.04.2009 tarihli Cumhuriyet Savcılığı’na hitaben yazılan şikayet dilekçesinde, sanığa ait fabrikada işe başladığında kendisine teminat olarak üzerinde sadece 5.000 TL meblağ yazılı boş senedi imzalattıklarını, haksız olarak işten çıkardıktan sonra da senedini iade etmediklerini, bilahare (5) rakamında tahrifat yapıp boş kısımlarını da doldurarak 80.000.000 TL tutarlı hale getirilen senede dayanarak aleyhinde icra takibi yapıldığını belirtmesine karşın kovuşturma aşamasında, işe girerken kendisine dosya halinde hazırlanmış belgelerin acele olarak imzalatıldığını, teminat olarak da boş bir senet imzalatıldığını beyan etmesi üzerine çelişki sebebiyle sorulduğunda kendisine 5.000-TL tutarlı teminat senedi alınacağının söylenmesi sebebiyle o şekilde beyanda bulunduğunu yoksa imzaladığı senedin boş olduğunu beyan etmesi, sanığın, aşamalarda alınan savunmalarında ısrarla: suça konu senedin katılandan başlangıçta alınan teminat senedi olmadığını, suça konu senette herhangi bir tahribat bulunmadığını, katılanın müşterilerden şirket adına tahsil ettiği paraların bir kısmını şirket kayıtlarına intikal ettirmeden haksız olarak mal edindiğini öğrenmesi üzerine 2004 yılı 12. ayında katılanı işten çıkardığını ve beraber yaptıkları hesaplaşmada 80.000.- TL'nin katılan uhdesinde bulunduğu hususunda anlaştıklarını, bu hususa dair bilgisi olan tanıklarının da olduğunu, sanığın bilahare borcuna karşılık suça konu senedi tanzim edilmiş bir şekilde getirerek kendisine verdiğini, şirket hesabını kendi cebinden kapattığı için senedi kendi adına düzenlenmiş şekilde istediğini, suça konu senedin başlangıçta teminat olarak alınan senetle ilgisi olmayıp, farklı bir senet olduğunu savunması ve başlangıçta alınan teminat senedi olarak 28.12.2010 tarihli celsede dosyada fotokopisi bulunan ve katılanın borçlu sıfatıyla imzaladığı, isim ve adresi yazılı bulunan boş senet aslının mahkemeye ibraz edilmiş olması, suça konu senedin üç farklı kalemle düzenlenmesine rağmen yazı ve rakamla değer gösteren bölümlerinde ayrıca arka yüzünde fiziksel veya kimyasal yöntemlerle yapılmış herhangi bir silinti veya kazıntı emaresine rastlanmadığına dair tespit içeren bilirkişi raporlarının temin edilmiş olmasına rağmen senetteki yazı ve imzaların aidiyetine dair inceleme yaptırılmamış olması karşısında; gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek bir biçimde belirlenebilmesi için, öncelikle sanık müdafii tarafından 28.12.2010 tarihli celsede ibraz edilen ve mahkemece incelenip iade edilen, başlangıçta alınan teminat senedi olduğu savunulan senedin dosyaya alınarak sözkonusu senet ile suça konu senetteki yazı ve imzaların aidiyetine dair bilirkişi incelemesi yaptırılması, sanık ve müdafii tarafından dosyaya bildirilen savunma tanıklarının celbedilerek olaya dair bilgi ve görgülerinin tespit edilmesi, katılan tarafından açılan menfi tespit davasının akıbetinin araştırılarak özetinin duruşma tutanağına geçirilip, bu davayı ilgilendiren onaylı örneklerinin dosyaya intikal ettirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi,

II) Kabule göre de;

1) Katılanın, sanığa teminat olarak verdiği imzalı boş senedin sanık tarafından doldurulup icraya konduğunun iddia edilmesi karşısında; sanığın açığa imza ile sahibi tarafından kendisine tevdi olunan imzalı kağıdı bertakrip ele geçirmesinin sözkonusu olmadığı, eylemin sübutu halinde TCK'nun 209/1. madde ve fıkrasında öngörülen “açığa imzanın kötüye kullanılması” suçunu oluşturacağının gözetilmemesi,

2) Sanığın adli sicil kaydında yer alan ve dosya içinde örneği bulunan ... Sulh Ceza Mahkemesi'nin 14.02.2008 tarih, 2006/346 Esas ve 2008/107 karar sayılı ilamına konu 1.200 TL doğrudan adli para cezasına dair hükmün kesin nitelikte olup tekerrüre esas alınamayacağının gözetilmemesi,

3) Adli emanete kayıtlı suça konu belgenin akıbeti hakkında bir karar verilmemesi, Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 Sayılı Kanun'un 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 Sayılı CMUK.nun 321. maddesi uyarınca bozulmasına, 08.04.2015 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.

AÇIĞA İMZANIN KÖTÜYE KULLANILMASI SUÇU YARGITAY KARARI


T.C. YARGITAY
21.Ceza Dairesi
Esas:  2015/13375
Karar: 2016/3763
Karar Tarihi: 26.04.2016

ÖZET: Dosya ile ilgili olarak herhangi bir hüküm kurulmayarak CMK'nın … maddesindeki, "Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve fail hakkında verilir" şeklindeki düzenlemeye aykırı hareketle karar verilmesi hükmün bozulmasını gerektirmiştir.

(5271 S. K. m. 225) (5237 S. K. m. 209)

Dava ve Karar: ..... Tic. Ltd. Şti'nin ortağı olan sanık ...'ın, şirketin diğer ortağı olan müşteki ...'dan, silah ruhsatı çıkartabilmek için Yönetim Kurulu kararı alınması gerektiğini söyleyerek, karar metni sonradan doldurulmak üzere imzalı olarak aldığı boş kağıtlardan birinin üzerini bilgisayar ile doldurarak 23.06.2010 tanzim, 25.10.2010 vade tarihli, 845.000 lira bedelli borç senedi haline getirip, 07.12.2010 tarihinde ..... İcra Müdürlüğü'nün ...... Esas sayılı dosyasında icra takibi başlattığı iddiasıyla ..... Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 25.07.2011 tarih, ..... sayılı iddianamesi ile ...... Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, ..... Sulh Ceza Mahkemesi'nin 22.08.2011 tarih, ...... Esas, ...... sayılı kararı ile Asliye Ceza Mahkemesine görevsizlik kararı verilmesi üzerine, dosyanın temyize konu ...... Asliye Ceza Mahkemesinin ....... Esas sırasına kaydedildiği, sanığın, müştekiden imzalı olarak aldığı boş kağıtlardan birini kat karşılığı inşaat sözleşmesine ilişkin ibra ve 250.000 lira bedelli cezai şart içeren taahhütname başlıklı belge haline getirerek, müştekinin, ....... Asliye Hukuk Mahkemesinin ...... Esas sayılı dosyasında aleyhine açtığı kat karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı tapu iptali tescil davasında, 23.02.2011 tarihli cevap dilekçesi ekinde Mahkemeye delil olarak sunduğu iddiası ile ...... Cumhuriyet Başsavcılığının 08.11.2012 tarih, ...... sayılı iddianamesi ile ....... Sulh Ceza Mahkemesine açılan kamu davasının, ...... Sulh Ceza Mahkemesinin 22.05.2013 tarih, ...... esas, ....... sayılı kararı ile temyize konu dava dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği anlaşılmasına karşın, birleşen dosyadaki “taahhütname” başlıklı belge kapsam dışı bırakılarak yalnızca .......Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 25.07.2011 tarih, ....... sayılı iddianamesine konu olan borç senedi ile ilgili yargılama yapılıp, ..... Cumhuriyet Başsavcılığının 08.11.2012 gün ve .......sayılı iddianamesine konu olan dosya ile ilgili olarak herhangi bir hüküm kurulmayarak CMK'nın 225. maddesindeki, "Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve fail hakkında verilir" şeklindeki düzenlemeye aykırı hareketle yazılı şekilde karar verilmesi,

Sonuç: Yasaya aykırı olup, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca sair yönleri incelenmeksizin istem gibi BOZULMASINA, 26.04.2016 gününde oybirliği ile karar verildi.

4 Temmuz 2018 Çarşamba

DEVLETLER ÖZEL HUKUKUNDA MİRAS HUKUKUNA UYGULANACAK HUKUK


Devletler Özel Hukukunda Miras Hukukuna Uygulanacak Hukuk

Milletlerarası miras hukukunda iki temel düzenleme birbirleriyle karşı karşıyadır. Birinde, feodal hukukun etkisi altında, gayrimenkul miras ile menkul miras arasında bir ayırım yapılmakta ve gayrimenkul miras için lex rei sitae, menkul miras için murisin şahsî statüsü nazara alınmaktadır. Diğerinde ise, latin hukukunun etkisi altında, küllî intikal prensibine bağlanılmakta ve tekmil miras, menkul ve gayrimenkul ayırımı yapılmaksızın, murisin şahsî statüsüne tâbi kılınmaktadır.

Menkul ve gayrimenkul miras ayırımını Amerika Birleşik Devletlerin’de, İngiltere, Fransa, Belçika ve Avusturya hukuklarında görmekteyiz. Külli intikal prensibi ise Alman, Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz Hollanda, İskandinav Devletleri, Polonya ve Çekoslovakya hukukunda yer almaktadır.

Menkul ve gayrimenkul ayırımı yapan hukuk sistemlerinde menkul miras için, ayırım yapmayan hukuklarda tekmil miras için murisin şahsi statüsü, yani ya millî hukuku veya ikametgâh hukuku geçerli olmaktadır.

1. Türk hukukunda menkul miras ile gayrimenkul miras arasında ayırım yapan sistemden uzaklaşılarak, tekmil mirası, menkul ve gayrimenkul ayırımı yapmaksızın, "prensip" olarak tek bir hukuka tâbi tutan sisteme geçilmiştir.

Yürürlüğü 22 Kasım 1982 tarihinde sona eren Muvakkat Kanunun 4 ncü maddesindeki "gayrimenkul mallara ait bilcümle davaların" "Türk teb'ası alakadar olmasa dahi Türk Devletinin mahkemelerinde Türk kanun, nizam ve usulüne göre ruyet edileceği" hükmünden hareketle "Türkiye'de bulunan gayrimenkullere" daima Türk hukukunun tatbik edileceği sonucuna ulaşılmıştı.

Öyle ki, Türkiye'de bulunan gayrimenkullere Türk kanunlarının ta edileceği prensibi, miras hukuku alanında bir kanunlar ihtilâfı kaidesi şeklinde yorumlanarak, hem doktrin hem de uygulamada, "gayrimenkul mirasın gayrimenkulün bulunduğu yer hukukuna (lex rei sitae) tâbi olacağı" şeklinde anlaşılmıştır. Muvakkat Kanunun 4 üncü maddesine yanılarak doktrin ve mahkeme kararlarıyla geliştirilen bu sistem Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku hakkındaki Kanunda büyük ölçüde terkedilmiştir.

Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku hakkındaki Kanuna göre, prensip mirasın ölenin millî hukukuna tâbi olmasıdır. Diğer bir söyleyişle mirasa uygulanacak hukuk (yani intikal kanunu), murisin millî hukukudur. Bu prensip Türkiye'de bulunan gayrimenkuller bakımından bir istisnaya uğramıştır. Türkiye’de bulunan gayrimenkul miras hakkında Türk hukuku uygulanır (m. 22 I).

Şu halde, ölen Türk vatandaşı ise miras bir bütün halinde (menkul ve gayrimenkulleriyle), hangi ülkede bulunursa bulunsun Türk hukukuna tâbi olur. Ölen bir yabancı ise, Türkiye'de bulunan gayrimenkul terekesi hariç, miras yine bir bütün halinde ölenin millî hukukuna tâbi olur. Bu düzenleme şekline göre, Türk devletler hususî hukukunda miras statüsü ölenin millî hukuku, Türkiye'deki gayrimenkullerde Türk hukukudur.

Bu statünün tayininde muris'in iradesi (Professio iuris) rol oynamaz. Muris, ölüme bağlı tasarruf yoluyla Türk kanunlar ihtilâfı kuralının tesbit ettiği miras statüsünü değiştiremez.

2. Miras statüsü miras hukukuna ait bütün meselelere prensip olarak hâkimdir. Kanun, mirasın açılmasına, iktisabına ve taksimine ilişkin hükümleri terekenin bulunduğu yer hukukuna tâbi tutarak (m. 22 II), bu prensipten bazı konularda ayrılmış olmaktadır. Türkiye'de bulunan gayrimenkul tereke zaten Türk miras hukukuna tâbi olduğundan, prensipten ayrılma, sadece yabancı miras hukukuna tâbi Türkiye'de bulunan "menkul tereke" bakımından pratik bir öneme sahiptir.

Şu halde, ölenin yabancı olması sebebiyle mirasa uygulanacak hukuk yabancı bir miras hukuku olsa dahi, Türkiye'de bulunan menkul tereke, "mirasın açılmasına, iktisabına ve taksimine" ilişkin konularda Türk miras hukukunun hükümlerine tâbi olacaktır. Bu kavramlara hangi miras hukuku hükümlerinin dahil olduğu doktrinde tereddütler uyandırmıştır.

(1) Mirasın açılması. Mirasın açılması terekenin bulunduğu yer hukukuna tâbi tutulmuş olmakla beraber, hemen hemen tekmil hukuklarda miras, miras bırakanın ölümü ile (bazı hukuklarda medenî ölüm ile de) açıldığından bu istisnaî hükmün pratik bir önemi yoktur.

Türk hukukunda ölüm karinesi de (MK m. 44) sonuçları bakımından ölüm ile bir tutulur. Aynı şekilde, miras bırakanın gaipliğine karar verilmiş olması da, mirasın açılması sonucunu doğurur (MK m. 584-588).

Bir yabancının kendi ülkesinde ve kendi hukuk sistemi içerisinde "ölmüş" kabul edilmesi, bu yabancının Türkiye'de mirasının açılması için yeterlidir. Bunun dışında, yabancı bir mahkemeden alınmış olan bir ölüm veya gaiplik kararı da, Türkiye'de tanınması şartıyla (m. 42) Türkiye'de mirasın açılmasını temin eder.

(2) Mirasın iktisabı. Mirasın mirasçı tarafından iktisabına terekenin bulunduğu yer hukuku hâkimdir. Bu bakımdan mirasın açılması ile terekenin doğrudan doğruya (kendiliğinden) mi iktisap edileceği, yoksa terekenin önce bir tereke mahkemesine ve ondan sonra, anglo-amerikan hukukunda olduğu gibi, bir terekeyi idare memuruna (administrator) veya tenfiz memuruna (exequator) mı intikal edeceği meselesi terekenin bulunduğu yer hukukuna tâbidir.

Mirasın kabul ve reddi hükümlerinin miras statüsüne mi, yoksa mirasın iktisabı kavramı içerisinde terekenin bulunduğu yer hukukuna mı tâbi olacağı doktrinde ihtilâf konusu olmuştur. Mirasın reddi (veya kabulü), Türk hukukunda bir mirasçının, intikal eden mirasın iktisabını kendi arzusu ile bertaraf (veya kabul) etmesidir. Bu bakımdan mirası iktisap kavramı içerisinde yer alır ve bu sebeple mirası red veya kabul ile hükümleri terekenin bulunduğu yer hukukuna tabi olur.

(3) Mirasın taksimi. Mirasın iktisabı yanında mirasın paylaştırılması da terekenin bulunduğu yer hukukuna tâbidir. Bu itibarla mirasın taksiminden önce mirasçılar arasındaki hukukî münasebete (miras ortaklığı) de bu hukuk hâkimdir. Bunun yanında, vasiyeti tenfiz memuru, mirasın taksim tarzı, mirasta iade, miras hissesi üzerinde yapılan mukaveleler (miras hissesini temlik), mirasçılar arasındaki garanti mükellefiyeti ve mirasçıların murisin borçlarından mesuliyeti gibi konular da terekenin bulunduğu yer hukuku tarafından düzenlenir.

3. Mirasın açılması, iktisabı ve taksimine ilişkin hükümler dışında kalan miras hukukuna ait konulara miras statüsü hâkimdir. Meselâ, miras bırakanın ölümü ile mirasçıların terekeyi bütünü ile iktisap etmesi (küllî intikal prensibi) miras statüsüne bağlıdır. Milletlerarası doktrinde hâkim fikir ölüme bağlı bağışlamaları (Türk BK m. 240 II) da miras statüsüne tâbi tutar. Ölüme bağlı tasarruflar (mirasçı nasbi ve mal vasiyeti) miras statüsüne tâbi konulardır. Kanunî mirasçıları, mahfuz hisseli hak sahiplerini, mahfuz hisse ve tasarruf nisabının hudutlarını, kimlerin mirasa ehil ve hak sahibi sıfatını haiz olduğunu (mirastan mahrumiyet sebeplerini) ve mirastan is kat müessesesini miras statüsü düzenler. Miras hakkına dayanan bir dava niteliğinde olması itibariyle, miras sebebiyle istihkak davası da miras statüsüne tâbi bir konu olmaktadır.

Özellikle mirastan mahrumiyet ve iskat sebeplerinin yabancı bir miras hukukuna göre düzenlenmesi halinde, Türk miras hukukunda yer almayan sebeplere dayanan mahrumiyet ve iskat hükümlerinin Türk kamu düzeninin müdahalesi ile karşılaşması ihtimali oldukça yüksektir.

4.  Türkiye'de bulunan tereke, miras statüsüne, yani Türkiye'de bulunan tereke bakımından menkullerde ölenin millî hukukuna, gayrimenkullerde Türk miras hukukuna göre mirasçısız ise, Türk Devletine kalır (m. 22 III). Bu hükmün gayesi, Türkiye'de mirasçısız bir terekenin yabancı bir devlete "mirasçı sıfatıyla" intikalini önlemektir. Bu sebeple ister yabancı miras hukukuna göre kanunî mirasçı sıfatına sahip olsun isterse murisin ölüme bağlı bir tasarrufuyla mirasta hak sahibi kılınsın, yabancı bir devletin Türkiye'de tereke üzerinde hak sahibi olması mümkün değildir.

Bu bakımdan Kanundaki bu hüküm tek taraflı bir kanunlar ihtilâfı kaidesi olmasına rağmen (m. 1), maddî hukuka ait sınırlı bir etkiye de sahiptir.

5. Ölüme bağlı tasarruflar prensip olarak miras statüsüne tabidirler. Miras statüsü hem vasiyetname ve miras mukaveleleri hem de mirastan feragat mukaveleleri için söz sahibidir.

Ölüme bağlı tasarruf yapma ehliyetinin genel hukukî muamele yapma ehliyetinin tâbi olduğu hukuka mı yoksa miras statüsüne mi tâbi olacağı doktrinde ihtilaflı bir meseledir.

Fransa'da ölüme bağlı tasarrufta bulunma ehliyeti için özel sınırlandırmalar (incapacites speciales de disposer â titre gratuit, Code civil m. 907 vd.) vardır. Bunlar miras statüsüne tâbi tutulur (Batiffol). Meselâ doktor ve din adamı lehine vasiyetname yasağı söz konusudur. Ancak bunların gerçek bir ölüme bağlı tasarruf ehliyetsizliği olup olmadığı şüphelidir. Amerika Birleşik Devletleri'nde ölüme bağlı tasarruf yapma ehliyetine miras statüsü hâkimdir. İngiliz hukukunda ise şahsî statü, yani araziler söz konusu ise lex rei sitae, menkuller söz konusu ise ikametgâh yeri hukuku geçerlidir. Alman hukukunda konu çok ihtilaflıdır.

Türk hukukunda ölüme bağlı tasarrufta bulunma ehliyeti millî hukuk prensibine bağlanmıştır. Menkul ve gayrimenkul tereke ayırımı ölüme bağlı tasarruf yapma ehliyetinin tâbi olacağı kanun bakımından rol oynamaz. Ölüme bağlı tasarruf yapma ehliyeti tasarrufta bulunanın, tasarrufun yapıldığı andaki millî hukukuna tâbidir (m. 22 V).

Ölüme bağlı tasarruflarda şekil, maddî hukuklarda mevcut çok çeşitli düzenlemelere uygun olarak, devletler hususî hukuku bakımından da, çeşitli görüşlerin konusu olmuştur. Kara Avrupası hukuklarında prensip olarak locus regit actum kaidesinden hareket edilir, buna mukabil common law ülkelerinde miras statüsü hâkimdir.

Fransız hukukunda locus regit actum kaidesinden hareket edilmekle beraber, bir Fransıza yabancı ülkede vasiyetnamesini, Code civil m. 970'de düzenlendiği tarzda, özel şekilde veya tanzim yeri hukukuna uygun olarak resmî şekilde yapabilme imkânını vermekle (Code civil m. 999) bu kaideye bir de istisna tanımıştır. Şu halde burada bir seçme imkânı doğmaktadır: Özel vasiyetname söz konusu ise millî hukuk, resmî şekilde bir vasiyetname düzenlenecek ise tesis yeri hukuku. Alman hukukunda seçimlik birçok hukuk ölüme bağlı tasarrufların şekline geçerlilik verebilmektedir (EGBGB m. 26).

Türk hukukunda menkul miras ve gayrimenkul miras ayırımı yapılmaksızın ölüme bağlı tasarruflarda şekil meselesi ele alınmıştır. Ölüme bağlı tasarrufların şeklinde ölenin millî hukukuna veya ölüme bağlı tasarrufun düzenlendiği yer hukukuna (locus regit actum kaidesi) uyulması yeterlidir (m. 22 IV). Şu halde bir Türk vatandaşı yabancı ülkede tanzim edeceği ölüme bağlı tasarrufun (el yazılı vasiyetname, resmî vasiyetname, sözlü vasiyetname) şeklini ya Türk hukukunun hükümlerine uygun olarak ya da mahallî hukukun hükümlerine uygun olarak gerçekleştirebilecektir. Yabancı muris için de ayni kaide geçerlidir. Yani ya kendi millî hukukunun şekline ya da düzenlenme yeri hukukunun şekline riayet etmesi gerekecektir. Ayrıca, yabancı ülkelerde yapılan ölüme bağlı tasarruflarda, yabancının Türkiye'deki gayrimenkuller bakımından Türk hukukunun aradığı şekil şartlarına uygun olarak yaptığı ölüme bağlı tasarruflar da şeklen geçerli olur. Bu son ihtimalde Türk hukuku esas hakkındaki yetkili hukuk olarak şekle geçerlilik kazandırır (m. 22 IV ve m. 6).

Meselâ, bir Yunanlının Yunanistan'da düzenlemiş olduğu vasiyetnamenin şekil bakımından geçerliliği, eğer menkul tereke söz konusu ise, o vasiyetnamenin Yunan hukukuna göre yapılmış olmasına bağlıdır. Türkiye'deki gayrimenkuller söz konusu ise, Türk hukukunun şekil şartlarına uymak da bu vasiyetnamenin geçerliliğini temin eder. Buna mukabil vasiyetname Türkiye'de yapılmış ise, menkul ve gayrimenkul tereke ayırımı rol oynamaksızın, vasiyetnamenin Türk hukukuna veya Yunan hukukuna göre düzenlenmiş olması bu vasiyetnamenin geçerliliğini temin eder.

Şekil sebebiyle ölüme bağlı tasarrufların geçersiz hale gelmesini önlemek milletlerarası düzenlemelerde ana gaye olmuştur. Türkiye'nin de katılmış bulunduğu "Vasiyet Tasarruflarının Biçimine ilişkin Kanun Uyuşmazlıkları Konusundaki 5.10.1961 tarihli La Haye Sözleşmesinde" bu açıkça görülür:

Bu Sözleşmeye göre, bir ölüme bağlı tasarrufun şekli,

a)  Vasiyetçinin ölüme bağlı tasarrufu yaptığı yer hukukuna uygunsa, veya

b) Vasiyetçinin ölüme bağlı tasarrufu yaptığı anda veya ölümü anında vatandaşı bulunduğu devletin hukukuna uygunsa, veya

c) Vasiyetçinin ölüme bağlı tasarrufu yaptığı anda veya ölümü anında ikametgâhının bulunduğu yer hukukuna uygunsa, veya

d) Vasiyetçinin ölüme bağlı tasarrufu yaptığı anda veya ölümü anında mutad meskeninin bulunduğu yer hukukuna uygunsa, ve nihayet

e) Gayrimenkullere ilişkin olduğu takdirde, bunların bulunduğu yer hukukuna uygunsa

bu ölüme bağlı tasarruf şekil bakımından geçerli olur (m. 1).

Sözleşme "loi uniforme" olarak düzenlenmiştir. Yani kanunlar ihtilâfı kaidelerini yalnız âkit devletler için değil, fakat "genel olarak" değiştirmiştir (m. 6).


Türkiye bakımından vasiyetçinin ikametgâhının bulunduğu yer Türk hukukuna göre tesbit edilir (m. 9). Ayrıca Türkiye, Türk vatandaşlarının olağanüstü durumlar dışında, yabancı hukuklara göre yapmış oldukları sözlü vasiyet tasarruflarını tanımama hakkını saklı tutmuştur (m. 10). Ve yine Türkiye, ölüme bağlı tasarrufta yer alan ve Türk hukukuna göre miras hukukuna girmeyen hükümleri Sözleşmenin uygulama alanı dışında bırakmıştır (m. 12).

Hangi konuların ölüme bağlı tasarrufların içeriğini teşkil edebileceği de, miras statüsüne göre belirlenir. Bu sebeple, Türkiye'de bulunan bir gayrimenkul üzerinde ölüme bağlı tasarruf yoluyla, Türk hukukuna yabancı olan bir hakkın, meselâ bir İngiliz trust hakkının tesisi ["mal varlığının bir kişi yararına veya belirli bir amaç için bir trustee'nin (itimat edilenin) sahipliğine ve kontrolüne verilmesi] hukuken mümkün değildir.

6.  Murise ait terekenin, hak sahibi mirasçılara intikalini sağlamak maksadıyla, ihtiyatî tedbir olarak muhafaza altına alınması, terekenin tesbiti ve defter tutma, terekenin idaresi ve tasfiye gibi lex fori'ye tâbi mirasın intikaline ait hususlar (MK m. 589-598), ihtilafsız kaza alanında mahkeme ve makamların milletlerarası yetkisi meselesiyle çok yakın bağlantı halinde bulunduğundan, genellikle devletler arasındaki ikili anlaşmalarla karşılıklı olarak konsolosluklara bırakılmaktadır.

7.  Veraset vesikası (mirasçılık belgesi) bir şahsın mirasçı olduğunu gösteren ve ispat eden bir belgedir. Lehine tanzim olunan şahıs bakımından bir mirasçılık karinesi teşkil eder, aksi ispat oluncaya kadar bu şahıs mirasçı addolunur.

Türk hukukunda kabul edilmiş olan böyle bir vesika, Türk hukukundakine benzer hükümleriyle ancak bir kaç ülkede (Almanya, İsviçre ve İtalya'da) kabul edilmiştir.

Türk hukukunda ihtilafsız kaza usulüne tâbi olarak alınan veraset vesikası {mirasçılık belgesi), aksi ispat edilinceye kadar mirasçılık durumunu tesbit eden resmî bir belge niteliğindedir. Mirasla ilgili işlerde mirasçılığı ispat imkânı verir. Bu sebeple de verilen veraset vesikasının doğru olmadığı herhangi bir davada ileri sürülebileceği gibi, vesikanın iptali veya tashihi bunu veren mahkemeden de talep edilebilir.

Veraset vesikasının Türk hukukundaki bu niteliği sebebiyle yabancı bir mahkeme veya makamdan alınmış olan veraset vesikansa Türk hukukunun tanıdığı ve kabul ettiğinden daha farklı bir nitelik ve güç verilemez. Bu bakımdan, verildiği hukuka göre taşıdığı nitelik, meselâ kesin hüküm teşkil eden bir ilâm da olsa, yabancı veraset vesikası Türk hukukundaki niteliğine uygun olarak, sadece aksi iddia ve ispat edilebilen resmî bir belge olarak dikkate alınabilir. Bunun sonucu olarak, yabancı bir mahkeme veya makam tarafından verilmiş veraset vesikası niteliğindeki bir belge, Türk yetkili makamlarından talep edilen veraset vesikasının düzenlenmesinde sadece bir delil olarak değerlendirilebilir. Kesin hüküm teşkil etmeleri mümkün olmadığından, yabancı veraset vesikasının Türk yetkili mahkemesince tanınması ve tenfizine karar verilmesi de söz konusu olamaz (m. 34, 42).

Buna mukabil, yabancı gerçek şahıslara ait intikal işleri kendi yetkili ülke makamlarınca usulüne uygun olarak verilmiş bulunan veraset vesikalarına istinaden de yapılabilir. Tapu Kanununun 37 nci maddesi, bu gibi yabancı gerçek şahıslara ait veraset vesikalarının Türk mahkemelerince tasdik edilmesi şartıyla intikale esas teşkil edeceği hükmünü taşımaktadır. Bu tasdik ilgili veraset vesikasının Türk kanunlarının kabul ettiği mirasçılık belgesi niteliğine uygunluğunun Türk mahkemesince tetkik edilerek, onun tanınma ve tenfizine karar verilmesini ifade eder. Şu halde, gerçek şahıslara ait yabancı veraset vesikalarına istinaden intikallerin yapılabilmesi, bunların 2675 sayılı Kanunun 38 inci maddesinde yer alan şartlara tabi olarak Türk mahkemesince tanınma ve tenfizine karar verilmesine bağlıdır.

Veraset vesikası vermeye yetkili Türk mahkemesinin bir yabancı murisin yabancı hukuka tâbi mirası için de veraset vesikası verebilmesine kanunî bir mani yoktur. Ancak yabancı hukuka uygun olarak düzenlenmiş olan böyle bir veraset vesikasının Türk hukukunun kabul ettiğinden farklı bir muhtevaya sahip olması imkânı tereddütle karşılanacaktır.

Menkul miras bakımından İngiliz veya Amerikan hukukuna uygun olarak bir veraset vesikası düzenlenmesi gerektiğinde, veraset vesikasının muhtevası güçlükler doğuracaktır. Çünkü, anglo-amerikan hukukuna göre tereke kanunî veya mansup mirasçılara doğrudan doğruya intikal etmez, önce terekeyi yediemin olarak idare edip, terekenin borç ve mükellefiyetlerini yerine getirdikten sonra kalanı kanunî veya mansup mirasçılara teslim edecek olan bir tereke idarecisinin (personal representative) seçilmesi gerekir. Terekenin tasfiyesi onun idaresi olarak vasıflandırmaktadır. "Personal representative" ya vasiyetçi tarafından bizzat tayin edilen "executor" ya da tereke mahkemesince tesbit edilen "administrator" dur. Eğer menkul mirasa İngiliz veya Amerikan hukuku tatbik edilmekte ise, bu hukuklara göre seçilmiş bulunan tereke idarecisinin de İngiliz veya Amerikan hukukunun tanıdığı yetki ve görevlere sahip bulunduğundan şüphe etmemek gerekir. Fakat asıl problem kendi ülkesinde görevlendirilmiş bir tereke idarecisinin, İngiliz hukukunun ona tanıdığı yetki ve görevleri Türkiye'de kullanabilip kullanamayacağı ve bunun yanında Türk mahkemesince düzenlenen bir veraset vesikasında böyle bir tayinin yapılıp yapılamayacağıdır. Bizim görüşümüz odur ki, Türk mahkemeleri, ihtilafsız kaza yoluyla verdikleri veraset vesikasında, İngiliz veya Amerikan hukuku anlamında bir tereke idarecisi seçme yetkisine sahip değillerdir. Zira, yetkili Türk mahkemesinin vereceği veraset vesikası, Türk hukukunun kabul ettiği ve tanıdığı muhtevadan daha fazlasını veya farklısını ihtiva edemez. Buna mukabil Türkiye'de bulunan menkul mallar bakımından, İngiliz veya Amerikan hukukuna göre, kendi yetkili makamları tarafından seçilmiş bulunan tereke idarecilerinin görev ve yetkilerini Türkiye'de kullanmalarını önlemek için haklı bir sebep gösterilemez.