18 Temmuz 2018 Çarşamba

HAYASIZCA HAREKETTE BULUNMA SUÇU YARGITAY KARARI


T.C. YARGITAY
14.Ceza Dairesi
Esas:  2013/983
Karar: 2014/7413
Karar Tarihi: 03.06.2014

ÖZET: Cezanın 225. maddede öngörülen cezanın alt sınırından az olmayacak şekilde belirlenmesi gerektiği de gözetilerek hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde suç vasfında yanılgıya düşülerek hüküm kurulması isabetsizdir.

(5237 S. K. m. 44, 105, 225)

Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma ve kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

Katılanların evlerinin balkonunda oturdukları sırada sanığın katılanların evinin önüne gelerek pantolonunu indirerek müştekilere doğru cinsel organını göstermesi ve "benden erkeği yoktur. Benden yiğidi delikanlısı yoktur”  demesi şeklindeki eyleminin TCK.nın 105. maddesinde öngörülen cinsel taciz ve 225. maddesinde öngörülen alenen hayasızca harekette bulunma suçlarını oluşturduğu; tek eylemle birden fazla suçun oluşmasına yol açması nedeniyle sanık hakkında TCK.nın 44. maddesi uyarınca fikri içtima kuralları gereğince bu suçlara ilişkin en ağır cezayı öngören TCK.nın 105. maddesinin uygulanması gerektiği ve cezanın belirlenmesi esnasında da 225. maddedeki cezanın alt sınırının 105. maddedeki cezanın alt sınırında daha fazla olması karşısında hakkaniyet gereği 105. madde ile belirlenen cezanın 225. maddede öngörülen cezanın alt sınırından az olmayacak şekilde belirlenmesi gerektiği de gözetilerek hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde suç vasfında yanılgıya düşülerek hüküm kurulması,

Kabule göre de;

Teselsül nedeniyle yapılan uygulamada uygulama maddesinin gösterilmemesi suretiyle CMK.nın 232/6. maddesine mualefet edilmesi,

Sanığın tekerrüre esas sabıka kaydı olmasına rağmen tekerrür hükümlerinin uygulanmaması,

Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK.nın 321 ve 326. maddeler uyarınca kazanılmış hak saklı kalmak kaydıyla BOZULMASINA, 03.06.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.

HAYASIZCA HAREKETLERDE BULUNMA SUÇU YARGITAY KARARI


T.C. YARGITAY
14.Ceza Dairesi
Esas:  2014/7085
Karar: 2015/9888
Karar Tarihi: 27.10.2015

ÖZET: Sanıkla arasında dosyaya yansıyan herhangi bir husumet bulunmayan mağdurenin aşamalardaki samimi anlatımları, sanığın tevilli ikrar içeren savunması ve tüm dosya kapsamına göre olay günü sanığın umumi yolun kenarında belirli bir kişiyi hedef gözetmeksizin cinsel organını çıkartıp ihtiyacını giderdiği anlaşıldığından, mevcut haliyle eylemin hayasızca hareketlerde bulunma suçunu oluşturduğu gözetilerek mahkumiyetine karar verilmesi gerekirken suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek cinsel taciz suçundan beraatine hükmedilmesi isabetsizdir.

(5237 S. K. m. 105, 225)

Dava ve Karar: İlk derece mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Mağdure vekilinin temyiz isteminin incelenmesinde;

Kayden 21.08.1999 doğumlu olup mahkemece beyanının alındığı tarihte ondört yaşında bulunan mağdurenin velayet hakkına sahip annesi müştekinin, sanık hakkındaki şikayetinden vazgeçmesi karşısında mağdureye yaşı nedeniyle tayin edilen zorunlu vekilin hükmü temyiz etme hakkının bulunmadığı anlaşıldığından, vaki temyiz isteminin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK'nın 317. maddesi gereğince REDDİNE,

O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz isteminin incelenmesine gelince;

Sanıkla arasında dosyaya yansıyan herhangi bir husumet bulunmayan mağdurenin aşamalardaki samimi anlatımları, sanığın tevilli ikrar içeren savunması ve tüm dosya kapsamına göre olay günü sanığın umumi yolun kenarında belirli bir kişiyi hedef gözetmeksizin cinsel organını çıkartıp ihtiyacını giderdiği anlaşıldığından, mevcut haliyle eylemin 5237 sayılı TCK'nın 225/1. maddesinde düzenlenen hayasızca hareketlerde bulunma suçunu oluşturduğu gözetilerek mahkumiyetine karar verilmesi gerekirken suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek cinsel taciz suçundan beraatine hükmedilmesi,

Sonuç: Kanuna aykırı, O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek 1412 sayılı CMUK'nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 27.10.2015 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.

17 Temmuz 2018 Salı

SUÇU VE SUÇLUYU ÖVME SUÇU - YARGITAY KARARI


T.C. YARGITAY
8.Ceza Dairesi
Esas:  2013/12126
Karar: 2013/20425
Karar Tarihi: 10.07.2013

ÖZET: Somut olayda, suça sürüklenen çocuğun katıldığı Nevroz etkinliklerinde, şiddeti, silahlı direnmeyi veya ayaklanmayı teşvik eden ifadelerin kullanılmadığı, işlenen bir suçu yahut işlediği suç nedeniyle kişiyi övücü nitelikte bulunmayan, bir hükümlü hakkında kendi değer yargısını içeren düşüncelerini açıklayan sanığın eyleminde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ilgili maddesi uyarınca uygulanması gereken Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Skaka/Polonya-27 Mayıs 2003, Korku/Türkiye-23 Eylül 2003 tarihli kararları da gözetildiğinde yüklenen suçun yasal unsurları oluşmadığının gözetilmemesi bozmayı gerektirmiştir.

(AİHS m. 9, 10) (2709 S. K. m. 90) (5237 S. K. m. 215) (KIZILYAPRAK - TÜRKİYE DAVASI) (YURTTAŞ - TÜRKİYE DAVASI) (ABDULLAH AYDIN - TÜRKİYE DAVASI) (ZANA - TÜRKİYE DAVASI) (SÜREK - TÜRKİYE DAVASI)

Dava: Gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: 1- <İşlenmiş bir suçun> veya <işlemiş olduğu bir suçtan dolayı bir kişinin> alenen övülmesi TCK.nun 215. maddesinde suç olarak düzenlenmiştir. Kişinin, işlediği suç nedeniyle övülmesi, bu kişinin işlediği suçun da övüldüğünü göstermektedir.

Türkiye Cumhuriyet Anayasasının 90/5. maddesinde yer alan <Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarda kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.> hükmü uyarınca 19.03.1954 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 10.03.1954 tarih ve 6366 sayılı Yasa ile onaylanmış bulunan <İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesi> (AİHS), iç hukukumuzun uyulması zorunlu bir parçası haline gelmiştir.

Sözleşmenin 9. maddesinde din ve inanç hürriyeti, 10. maddesinde ifade hürriyeti, 11. maddesinde örgütlenme hürriyeti düzenlenmiştir. Bu üç madde; sözleşmenin genel amacı olan çoğulcu demokratik rejim için toplumda hoşgörünün sağlanarak çoğulcu demokrasinin yerleştirilmesi ve geliştirilmesine yönelik hükümlerdir.

İfade hürriyeti, bilgi verme ve bilgi edinme hürriyeti sözleşmenin 10. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrasında, <Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahaleleri olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü, haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar>, ikinci fıkrasında ise, <Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın ve ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.> denilmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında, kamuyu ilgilendiren sorunların kamuya açık olarak tam bir serbestlik içerisinde tartışılabilmesi, şiddeti teşvik eden eylemler hariç bu tartışmanın boyutlarının Devlet organları tarafından maksimuma çıkarılması gerektiği vurgulanmaktadır. Süreklilik gösteren bu kararlarda, kamuoyunun bir bölümünün ve hatta çoğunluğun hoşuna gitmeyen, ürkütücü, şok edici, fikirlerin de sözleşmenin 10. maddesi tarafından korunduğu belirtilmektedir. (Handyside/Birleşik Krallık, Castells/İspanya vb. Kararlar)

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında, ifade hürriyetinin iki istisnası olduğuna işaret edilmektedir. Birinci istisna şiddeti teşvik edici ve övücü söylemler, ikinci istisna ise azınlıklara karşı nefret söylemidir. Bunun için önce yazı veya sözün içeriğine bakılmalıdır.

Yazı veya Sözler;

a) Şiddet, bir araç olarak öngörüyorsa,

b) Kişileri hedef gösterip kanlı bir intikam istiyorsa,

c) Benimsenen düşünceler için şiddete başvurmanın meşru olduğu ileri sürülüyorsa,

d) İnsanda saldırgan duygular uyandıracak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtıyorsa,

İfade hürriyetinden yararlanmayabilir. (Sürek/Türkiye, no.1 Büyük Daire, no 26682/95, Güzel ve Özer/Türkiye, 6 Temmuz 2010 kararı)

Yazı veya sözün kim tarafından, nerede, nasıl bir ortamda, hangi koşullar altında yazıldığı veya söylendiği değerlendirilmelidir. Mahkeme <yakın ve mevcut tehlike> ölçütüne yaklaşarak sözleri söyleyen kişinin ne kadar etkili olduğu, söylenilen yer ve zaman bakımından söylenenlerin şiddet yaratmaya müsait olup olmadığına bakılması gerektiğini kabul etmektedir. (Zana/Türkiye, 25 Kasım 1997 kararı)

İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturup, toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin gelişimi için temel koşullardan biridir. İfade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan <haber> ve <düşünceler> için değil, fakat aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın <demokratik toplum> olamaz. Sözleşme'nin 10. maddesinde belirtildiği üzere, bu özgürlüğün istisnaları vardır; ancak bu istisnalar dar yorumlanmalıdır. (23.09.1994 tarihli Jersild - Danimarka kararı; 21.01.1999 tarihli Janowski - Polanya kararı; 25.11.1999 tarihli Nilsen ve Johnsen - Norveç kararı; 25.07.2001 tarihli Perna - İtalya kararı).

Bu kapsamda şiddete, silahlı direnmeye veya isyana teşvik niteliği taşıyan yaklaşımlar ile azınlıklara yönelik nefret söylemi içeren açıklamalar sözleşmenin koruduğu ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. (02.10.2003 tarihli Kızılyaprak - Türkiye kararı; 27.05.2004 tarihli Yurttaş - Türkiye kararı; 09.03.2004 tarihli Abdullah Aydın - Türkiye kararı)

Yazının içeriğine, şiddeti teşvik edip etmediğine, yazının hangi bağlamda yayınlandığına, yani şiddeti yaratmaya elverişli olup olmadığına bakılmalıdır. (Gözel ve Özel/Türkiye, 6 Temmuz 2010 kararı)

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 13, 14, 25, 26 ve AİHS'nin 9/2, 10/2, 17. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde Devlet yahut halkın bir bölümü için rahatsız edici, hoşa gitmeyen, kural dışı, endişe verici, fakat şiddet ve şiddet kışkırtıcılığı içermeyen nitelikteki, sözler de ifade hürriyeti kapsamındadır.

Somut olayda, suça sürüklenen çocuğun katıldığı Nevroz etkinliklerinde, şiddeti, silahlı direnmeyi veya ayaklanmayı teşvik eden ifadelerin kullanılmadığı, işlenen bir suçu yahut işlediği suç nedeniyle kişiyi övücü nitelikte bulunmayan, bir hükümlü hakkında kendi değer yargısını içeren düşüncelerini açıklayan sanığın eyleminde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90/5. maddesi uyarınca uygulanması gereken Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Skaka/Polonya-27 Mayıs 2003, Korku/Türkiye-23 Eylül 2003 tarihli kararları da gözetildiğinde yüklenen suçun yasal unsurları oluşmadığının gözetilmemesi,

2- Kabule göre de; hüküm tarihinde yürürlükte bulunandan mahkumiyet hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

Sonuç: Suça sürüklenen çocuk müdafiinin açıklanan nedenlerle; sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince bozulmasına, 10.07.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.