T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas: 2009/9-190
Karar: 2009/253
Karar Tarihi: 03.11.2009
ÖZET: Sanık cumhurbaşkanını halk
nezdinde küçük düşürücü, onun onur ve saygınlığını zedeleyecek ifade ve
isnatlarda bulunmakla, atılı suçu işlemiştir. Bu itibarla Yargıtay
C.Başsavcılığı itirazı yerinde olup, kabulü ile özel daire onama kararının
kaldırılmasına ve yerel mahkeme beraat hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
(2709 S. K. m. 2, 13, 14, 25, 26,
28, 101, 102, 103, 104, 105, 106) (5237 S. K. m. 125, 299) (765 S. K. m. 158,
480, 482) (İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi m. 19) (Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi m. 10, 17)
Dava: Cumhurbaşkanına basın yoluyla
hakaret suçundan sanık Abdurrahman'ın, beraatine ilişkin, Bağcılar İkinci
Asliye Ceza Mahkemesi'nce verilen 12.10.2006 gün ve 79-607 sayılı hüküm, Üst ve
o yer C.Savcıları tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay
Dokuzuncu Ceza Dairesi'nce 15.06.2009 gün ve 2777-7014 sayı ile;
<1- Üst C.Savcısının süreden
sonra olan temyiz talebinin CMUK'nın 317. maddesi gereğince reddine,
2- O yer Cumhuriyet Savasının
temyizine gelince;
Sanığa atılı suçun yasal unsurları
itibariyle oluşmadığı, gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir
kılınmış olduğundan, Cumhuriyet Savcısının yerinde görülmeyen temyiz
itirazlarının reddiyle, hükmün onanmasına> karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı'nca
03.08.2009 gün ve 35323 sayı ile;
<Yüksek Dokuzuncu Ceza Dairesi
ile Cumhuriyet Başsavcılığımız arasındaki uyuşmazlık, sanığın eyleminin suç
oluşturup oluşturmadığı hususundadır.
Sanık Abdurrahman tarafından
09.11.2003 tarihli <A... V...> isimli günlük gazetede <S... kına
yaksın> başlığı ile bir köşe yazısı yayımlanmıştır. Söz konusu yazının
başlangıç bölümünde özetle, ülkede başörtüsü sorununun çözülmediğinden, bu
zulmün kendisini tehlikeli hale getirdiğinden, direnme hakkından, böyle bir
ülkede yaşanmayacağından, ülkeyi terk edeceğinden bahsetmiş, başörtülü
olanların Çankaya ve diğer kamu alanlarına sokulmamalarının ağır bir tahrik
yarattığını belirterek, bu durumun sürmesi halinde milletin cevabının ağır
olacağını, sabrın istismar edilmemesini ve gerilmemesini ifade etmiştir.
Yazının devamında ise, bu sorunu
asıl başlatanın zamanın Cumhurbaşkanı olduğuna vurgu yaparak, <Evet, evet bu
bir Dreyfüs, Galile Galieo davasına dönecek. S... kına yaksın otursun şimdi. O
başlattı. Önce ekonomiyi çökert, şimdi Çankaya'daki adam akıl almaz
uygulamaları ile toplumsal barışı dinamitleyen uygulamalara öncülük ediyor.
Beyler biz herkes için adalet ve özgürlük istiyoruz> demiştir.
Yazar yazısının son bölümünde, aynı
konu ile ilgili olarak ülkedeki çeşitli gelişmeleri yine aynı üslupla
değerlendirildikten sonra, ülkeyi terk etme isteğinden, kalması halinde
tehlikeli olacağından, Yunanistan'a sığınabileceğinden bahsetmiş, bu krizi
zamanın Cumhurbaşkanının başlattığını söyleyerek yazısına son vermiştir.
Bilindiği üzere, Cumhurbaşkanı
Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk Milleti'nin
birliğini temsil eder; Anayasa'nın uygulanmasını Devlet organlarının düzenli ve
uyumlu çalışmasını gözetir; bu amaçla Anayasa'nın 101., 102., 103., 104., 105.,
106. maddelerinde belirtilen görev ve yetkilerini kullanır.
Yazarın yazısında <Evet, evet bu
bir Dreyfüs, Galile Galieo davasına dönecek. S... kına yaksın otursun şimdi. O
başlattı. Önce ekonomiyi çökert, şimdi Çankaya Haki adam akıl almaz
uygulamaları ile toplumsal barışı dinamitleyen uygulamalara öncülük ediyor.
Beyler biz herkes için adalet ve özgürlük istiyoruz> sözlerine de yer
vererek Cumhurbaşkanı hakkında okurlarına karşı kin ve nefret duygularını
uyandıracak biçimde küçük düşürücü değer yargısında bulunup, yazı içeriğindeki
bütünlük dikkate alındığında da belirtilen sözleri ile zamanın Cumhurbaşkanının
görev ve yetkilerini kötüye kullandığı yolundaki küçük düşürücü ithamlarda
bulunarak eylemi hukuka uygun kılan çerçevenin aşılıp haber verme ve eleştiri
hakkı sınırını aştığı, dolayısıyla suçun oluştuğu gözetilmeden beraat
kapsamında değerlendirilmesinin yasaya aykırı olduğu gerekçeleri ile itiraz
yasa yoluna başvurularak, Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi'nin 15.06.2009 gün ve
2777-7014 sayılı onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün sanık
Abdurrahman yönünden bozulmasına karar verilmesi talep olunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci
Başkanlığı'na gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu'nca değerlendirilmiş ve
açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nca
çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığa isnat edilen Cumhurbaşkanına basın
yoluyla hakaret suçunun oluşup oluşmadığına ilişkindir.
Konunun düşünce (ifade)
özgürlüğüyle doğrudan ilgisi nedeniyle, öncelikle bu konu ulusal ve
uluslararası düzenlemeler kapsamında değerlendirilmeli, bu değerlendirmeler
ışığında, 765 sayılı TCY'nin 158. maddesinde düzenlenen, Cumhurbaşkanına
hakaret suçunun öğeleri ve bu doğrultuda genel, bu suç açısından da özel bir
hukuka uygunluk nedenini oluşturan eleştiri hakkı üzerinde durulmalıdır.
Doğal haklardan kabul edilen ifade
hürriyeti, çoğulcu demokrasilerde, vazgeçilemez ve devredilemez bir niteliğe
sahiptir. Öğretide değişik tanımlara rastlanmakla birlikte, genel bir kabulle
ifade/düşünce hürriyeti, insanın özgürce fikirler edinebilme, edindiği fikir ve
kanaatlerinden dolayı kınanmama, bunları meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkan
ve özgürlüğüdür. Demokrasinin <olmazsa olmaz şartı> olan ifade hürriyeti,
birçok hak ve özgürlüğün temeli, kişisel ve toplumsal gelişmenin de kaynağıdır.
İşte bu özelliğinden dolayı ifade
hürriyeti, temel hak ve hürriyetler kapsamında değerlendirilerek, birçok
uluslararası belgeye konu olmuş, T.C. Anayasası'nda da ayrıntılı düzenlemelere
tabi tutulmuştur.
Bu bağlamda;
İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi'nin 19. maddesinde;
<Herkesin görüş ve anlatım
özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve herhangi bir
yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama, alma ve yayma
özgürlüğünü içerir>,
İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesi'nin;
10. maddesinin 1. fıkrasında;
<Herkes görüşlerini açıklama ve
anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin
müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve
verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema
işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir>
Hükümlerine yer verilmiş,
Anayasa'nın;
25. maddesinde düşünce ve kanaat
hürriyeti başlığı altında;
<Herkes, düşünce ve kanaat
hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini
açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve
suçlanamaz>
26. maddesinde, İHAS'nin 10.
maddesinin 1. fıkrasındaki düzenlemeye benzer şekilde;
<Herkes, düşünce ve kanaatlerini
söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya
fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo,
televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine
bağlanmasına engel değildir>
Hükümleri yer almış,
28. maddesinde ise basın özgürlüğü
ile ilgili düzenlemelere yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi, Sözleşmenin 10.
maddesinin 1. fıkrası ile Anayasa'nın 25 ve 26. maddelerinde ifade (düşünce)
hürriyeti en geniş anlamıyla güvence altına alınmıştır.
Ancak, ifade hürriyetinin sonsuz ve
sınırsız olmadığı, kısıtlı da olsa sınırlandırılmasının gerekeceği,
uluslararası ve ulusal alanda normlara konu edilmiştir.
Bu cümleden olarak uluslararası
alanda;
İHAS'nin;
10. maddesinin 2. fıkrasında,
<Kullanılması görev ve
sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, gerekli tedbirler
niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu
emniyetinin korunması, nizamın sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın
veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin
açığa vurulmasının önlenmesi veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının
sağlanması için yasayla öngörülen bazı merasime, koşullara, sınırlamalara veya
yaptırımlara bağlanabilir.>
17. maddesinde ise;
<Bu sözleşme hükümlerinden
hiçbiri, bir devlete, topluluğa veya kişiye, Sözleşme'de tanınan hak ve
özgürlüklerin yok edilmesine veya burada öngörüldüğünden daha geniş ölçüde
sınırlamalara uğratılmasına yönelik bir etkinliğe girişme ya da eylemde bulunma
hakkını sağlar biçimde yorumlanamaz>
Tarzında düzenlemeler yapılmış,
Ulusal alanda ise Anayasa'nın;
2. maddesinde;
<Türkiye Cumhuriyeti, toplumun
huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı,
Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.>
13. maddesinde;
<Temel hak ve hürriyetler,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.>
14. maddesinde;
<Anayasalda yer alan hak ve
hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan
kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
Anayasa hükümlerinden hiçbiri,
Devlete veya kişilere, Anayasa'yla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok
edilmesini veya Anayasa 'da belirtilenden daha geniş şekilde
sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde
yorumlanamaz.
Bu hükümlere aykırı faaliyette
bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.>
26/2. maddesinin 2 ve devamı
fıkralarında ise;
<Bu hürriyetlerin kullanılması,
milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve
Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların
önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce
belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel
ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya
yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla
sınırlanabilir.
Haber ve düşünceleri yayma
araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını
engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması
sayılmaz.
Düşünceyi açıklama ve yayma
hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla
düzenlenir.>
Hükümlerine yer verilmiştir.
Anayasa'nın 2, 13, 14 ve 26/2. ile
İHAS'nin 10/2 ve 17. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde; hürriyetlerin
demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak; ulusal güvenlik,
toprak bütünlüğü, kamu güvenliği ve düzeninin korunması, suç işlenmesinin
önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması,
gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması veya yargı gücünün
otorite veya tarafsızlığının korunması için kanunla öngörülen bazı biçim
koşullarına, sınırlama ve yaptırımlara tabii tutulacağı anlaşılmaktadır. Ancak,
ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerin dar yorumlanması
gerektiği, sınırlandırma için, önemli bir toplumsal ihtiyaç veya zorunluluğun
bulunması, bu sınırlandırmanın meşru bir amacı gerçekleştirmek için yapılması,
sınırlandırmada aşırıya gidilmemesi ve her halükarda gelişimi zedelemeyecek
ölçüde yapılması görüşü genel bir kabul görmüştür.
Sınırlama veya müdahale için; yasal
bir düzenleme, sınırlamanın meşru bir amacı, fıkrada sayılan sınırlama
nedenlerinin bulunması, sınırlamanın meşru amaçla orantılı ve önlemin
demokratik toplum bakımından <zorunlu> olması gerekmektedir.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne
göre;
<Sınırlama için belli bir
sınırlama nedeninin varlığı yeterli olmayıp, aynı zamanda demokratik bir toplum
bakımından zorunluluk bulunmalıdır. Zorunluluk, ölçüsüz bir sınırlamaya olanak
tanımaz. Üye devletlere sınırlamada bir takdir alanı tanınmakla birlikte, ifade
özgürlüğünün önemi nedeniyle devletler üzerindeki denetim sıkı olmalı,
sınırlandırma zorunluluğu inandırıcı bulunmalıdır. Dolayısıyla, sınırlamalar
dar ve sınırlayıcı bir ölçüde yorumlanmalıdır. <Kamu düzeni> genel
hükmünde düşünülebilecek sınırlama nedenleri, genel çıkarların, yargı gücünün
otorite ve yansızlığının ve başkalarının ünü ya da haklarının korunması
amacıyla sınırlamaya konu olabilir.
Anılan önlemin izlenen meşru amaçla
sınırlı olması şeklinde ifade edilen ölçülülük ilkesi, demokratik bir rejimin
dayandığı <değerler> (çoğulcu, hoşgörülü, hukuka ve bireysel özgürlüklere
saygılı) öne çıkarılarak titiz ve derinleştirilmiş bir denetime tabi tutulmalıdır>
(Prof. Dr. İ.Özden Kaboğlu; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nde İfade
Özgürlüğü, sh. 111 ve 112).
<Demokratik bir toplumun zorunlu
temellerinden birini ve toplumun ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli
temel şartlardan birini teşkil eden ifade hürriyeti, sadece kabul gören veya
zararsız veya kayıtsızlık içeren bilgiler veya fikirler için değil, aynı
zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir.
Bunlar demokratik bir toplumun olmazsa olmaz tolerans ve hoşgörünün gerekleridir>
(Prof. Dr. D. Tezcan, Yrd. Doç. Dr. M.R. Erdem, Yrd. Doç. Dr. O. Sancaktar,
Türkiye'nin İnsan Hakları Sorunu, 2. Baskı, sh. 462).
Günümüz özgürlükçü
demokrasilerinde, istisnaları dışında, geniş bir yelpazeyle düşünceyi açıklama
korunmakta ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmek suretiyle özgürlüğün
sağladığı haklardan en geniş şekilde yararlandırılmaktadır.
Ne var ki; iftira, küfür, onur,
şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı,
resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla
değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik
bulunan ifadeler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç
sayılmak suretiyle cezai yaptırımlara bağlanmaktadır.
Bu kapsamda, Cumhurbaşkanına
hakaret ve sövme fiillerini yaptırıma bağlayan 765 sayılı TCY'nin 158 ve aynı
eylemleri yaptırıma bağlayan 5237 sayılı TCY'nin 299. maddeleri incelendiğinde;
765 sayılı TCY'nin 158. maddesinde
<Reisicumhura muvacehesinde hakaret ve sövme fiillerini işleyenler...
cezalandırılır.
Hakaret ve sövme Reisicumhurun
gıyabında vaki olmuş ise faili, bir seneden üç seneye kadar hapis olunur.
Reisicumhurun ismi sarahaten zikredilmeyerek ima veya telmih suretiyle vaki
olsa bile mahiyeti itibariyle Reisicumhura matufiyetinde tereddüt edilmeyecek
derecede karineler varsa tecavüz sarahaten vuku bulmuş addolunur> hükmüne
yer verilmiş,
Aynı fiiller 5237 sayılı TCY'de
hakaret ve sövme ayrımının kaldırılması nedeniyle, Cumhurbaşkanına hakaret
suçlarını yaptırıma bağlayan 299. maddesinde, <(1) Cumhurbaşkanına hakaret
eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2)
Suçun alenen işlenmesi halinde, verilecek ceza altıda biri oranında
artırılır> şeklinde düzenlenmiştir.
Her iki maddedeki suçun maddi
unsuru, <hakaret ve sövme> teşkil edecek herhangi bir harekettir. Söz
konusu hareketler söz, yazı, resim, işaret veya benzeri vasıtalarla
gerçekleştirebilir, ancak; hakaret ve sövme içeren bu eylemlerin
Cumhurbaşkanına matufiyeti şarttır. Maddedeki hakaret ve sövme terimleri 765
sayılı TCY'nin 480 ve 482., 5237 sayılı TCY'nin 125. maddelerine göre
belirlenecektir.
Bu suçla Cumhurbaşkanlığının
fonksiyonları değil, Cumhurbaşkanının şeref varlığı korunmaktadır. Genel
hakaret ve sövme suçlarında olduğu gibi, Cumhurbaşkanına hakaret ve sövme
suçunun oluşması için de; onun sosyal değeri konusunda kendisinin veya toplumun
sahip olduğu düşünce ve duyguları sarsıcı fiil veya sıfatlar isnat veya izafe
edilmelidir. Ne tür hareketlerin şeref ve itibarı ihlal edici olduğu, toplumda
hakim olan ortalama düşünüş ve anlayışa göre belirlenmelidir, bunu tayinde ölçü
bireyin özel duyarlılığı değildir, bu itibarla basit bir saygısızlık hakaret ve
sövme olarak nitelendirilemez. (Erman S., Hakaret ve Sövme Suçları, s. 80 vd.)
Suçun işlenmesi için genel kast
yeterlidir, failde siyasi veya Devlet Başkanlığı sıfat ve görevi ile ilgili
saik aranmasına gerek bulunmamaktadır.
Bir eylemin hukuk düzeni tarafından
cezalandırılması ancak onu hukuka uygun kılan, diğer bir anlatımla hukuka
aykırılığı ortadan kaldıran bir nedenin bulunmamasına bağlıdır. Bu kapsamda,
basın yoluyla işlenen suçlarda hukuka uygunluk nedeni oluşturan haber verme ve
eleştiri hakkı üzerinde de durulmasında yarar bulunmaktadır. Temelini
Anayasa'nın 28 ve devamı maddelerinden alan haber verme ve eleştirme hakkının
kabulü için, açıklama veya eleştiriye konu olan haberin gerçek ve güncel
olması, açıklanmasında kamu ilgi ve yararının bulunması, açıklanış şekliyle
konusu arasında düşünsel bir bağ bulunması gerekir. Düşünce özgürlüğü ve
dolayısıyla eleştiri, demokratik toplumlarda vazgeçilmez bir haktır. Toplumun
ilerlemesi ve yararı için zorunludur. İfade özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul
edilen veya zararsız veya ilgilenilmeye değmez görülen haber ve düşünceler için
değil, devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onları rahatsız eden
haber ve düşünceler için de uygulanır. Bu demokratik toplum düzeninin ve
çoğulculuğun gereğidir. Eleştiri de kaynağını bu özgürlükten alır, eleştirinin
doğasından kaynaklanan sertlik suç oluşturmaz, eleştiri övgü olmadığına göre,
sert, kırıcı ve incitici olması da doğaldır.
Ancak, eleştiri hak ve görevi
kötüye kullanılmamalı, yazıda küçültücü, incitici, abartılı sözlerden
kaçınılmalıdır. Sayılan öğelerden birisinin olmaması halinde, haber verme ve
eleştiri hakkından söz edilemeyecek, eylem hukuka aykırı olacaktır.
Bu kapsamda, Devletin birliğini
temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamının da özgürlükçü parlamenter rejimlerde
diğer anayasal ve yasal kurumların konumu gibi eleştiriye açık olması doğaldır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay
değerlendirildiğinde;
Sanık Abdurrahman tarafından
09.11.2003 tarihli <A... V...> isimli günlük gazetede <S... kına
yaksın> başlığı ile yazılan yazının bütünü şu şekildedir:
<Tamam, anladık, başörtüsü
sorununu çözemiyorsunuz. Bizler öz yurdumuzda paryayız. Kara deriliyiz biz...
Çankaya'dan sonra, Yargıtay salonlarından da kovulduk. İnandığımız gibi yaşama
hürriyetimiz yok bizim. İnancımızı, felsefi ve vicdani kanaatlerimizi dışarıda
çıkartıp ondan sonra gireceğiz kamu alanına. Tapu dairesine, nüfus idaresine
girerken de, nüfus cüzdanı alırken de öyle mi? Böyle bir ülkede yaşanmaz. Ben
terk ederim. Bu zulmü, bu dayatmayı sevemem. Direnirim. Tehlikeli hale gelirim.
Bu ağır bir tahriktir.
Aşağılamadır. Bu bir psikolojik harptir. Birileri düğmeye bastı ve bir süreden
beri bir zamanlar H... Gazetesi'nin manşetlerine çıkardığı <topyekun
harp> başlatıldı.
Hadi aslanlarım başörtülü hanımları
SSK ve devlet hastanelerine de kabul etmeyin. Ölsünler. Çağdaş Türkiye öyle mi?
Yaşasın uygarlık!
Bakın bu milletin cevabı ağır olur.
Sabrımızı istismar etmeyin. Germeyin. Darbe heveslileri, böyle bir girişim
karşısında milli galeyan onları bu defa perişan eder.
Ne olacak şimdi. Bir yerde başka
türlü, başka yerde başka türlü mü olacak. Eğer bu hakim doğru yaptı ise nüfus
memuru hakkında işlem yapacak mısınız ya da bu hakim hakkında bir işlem
yapılacak mı?
Yarın bir trafik polisi, otoyol
kamusal alandır, başörtünü çıkar derse bir bayana, ne olacak. Bu işi çözmesi
gereken parlamentodur. Ve bu iş çığırından çıkmadan, bir an önce çözülmek
zorundadır. Çünkü yarın kontrol edilemez hale gelebilir.
Evet evet bu bir Dreyfüs, bir
Galile Galieo davasına dönecek. <S... kına yaksın otursun> şimdi. O başlattı.
Önce ekonomiyi çökert, şimdi Çan kaya'da ki adam akıl almaz uygulamaları ile
toplumsal barışı dinamitleyen uygulamalara öncülük ediyor. Beyler biz herkes
için adalet ve özgürlük istiyoruz.
Tamam başörtüsü sorununu çözmeye
gücünüz yetmiyor. Neyi bekliyorsunuz. Daha bizim ne yapmamız gerek. Üçte iki
çoğunluk yetmiyor mu, toplumsal destek için...
Kasımpaşalı delikanlı şimdi ne
yapacak? Milletin sabrı kalmadı. Devletin istihbaratını derin güçlere, derin
aileye emanet ederek mi geleceksiniz bu işlerin üstesinden. Peki bu işi
yapamıyorsunuz da, Ankara meydanlarında YÖK'ü protesto eden çocuklara meydan
dayağı çekilmesini de mi engelleyemiyorsunuz. Buna da mı gücünüz yetmiyor.
Kadıköy'de 6 günde bu çocuklar 3 kez meydan dayağı yediler. Sonra Ankara'dan bu
rezalet... Neyse ki İstanbul Üniversitesi'nin önünde polis daha anlayışlı
davrandı. Ankara'daki olaylarda 20 polis ile 50 öğrenci yaralandı, 10 kişi
gözaltına alındı.
Sadece bundan ibaret değil yaşanan
rezalet. Güya toplantı ve gösteri izne tabi değil. Toplantı yeri çoğu ilde
şehrin en sağır noktasında. Git kurdunu orada dök der gibi. Amaç kamuyu
engellemekse bu uygulama saçma. Tertip heyetinin ikamet ve nüfus kaydı, sabıka
kaydı, dernek kararı, bir de noter tasdiki, hatta konuşmacının ne konuşacağı,
sabıka kaydı. Sonra tertip heyetini karakola çağırıp, bu imza senin mi diye
sorulması, tertip heyeti üyelerinin adres ve kimlik tespiti uygulaması diye
muhtara, imama, komşulara bilgi sormalar... Kapalı salon toplantısında artık
alıştık, hükümet komiseri başköşede. Sivil toplum, hükümet dışı topluluktur.
Hükümet komiserinin işi ne orada? Emniyet foto film merkezi gelmiş konuşmacı ve
tüm izleyicileri kayda alıyor. Birçok memur fişlenirim korkusu ile salona bile
yaklaşmıyor. Dinleyenlerden alkışlayanlar da kayda alınıyor. Hem konuşmacı
potansiyel suçlu, hem de izleyenler. Kim hangi söze nasıl tepki veriyor devlet
onları fişliyor...
Tabii bu arada bir de otosansür söz
konusu. Karşınızda birileri nerede yanlış yapacağını tespit etmeye çalışıyor.
Oryantasyon ve konsantrasyon sorunu yaşıyorsunuz. Sizin entelektüel mülkiyet
hakkinizin kaba bir şekilde cabası sonra. Sonra sizin ne dediğinizi anlayamayan
memurların yanlış yazımı ile çarpıtılan sözleriniz ve ardından yıllar sürecek
yargılamalar. Polise <kamerayı kapat> diyorsunuz, hakkınızda dava
açılıyor, <görevli memurun görevine mani olmaktan...
Yaşanır mı böyle bir memlekette.
Çözün bu işi. Anayasa’yı değiştirmek gerekmiyor bunun için, kanun çıkarmak da.
Bir genelge yeter. Hem meydan dayağı çekeceksiniz, hem de inancımızın
gereklerine uyarak kamu alanına girmemizi engelleyeceksiniz, yarın tapu da
vermeyecek, ehliyet, kimlik, pasaport, okul yasak, evlilikleri de tasdik
etmeyin, parka da sokmayın bizi.
Bu iş böyle giderse gidecek bir
başka ülke bulurum kendime. Burada kalırsam tehlikeli olurum. Bakarsınız gider
Yunanistan'a sığınırım... Ama şunu söyleyeyim, işte şimdi büyük bir hata
yaptınız, kaybedenlerden olacaksınız. Karanlığın en koyu anı, aydınlığa en
yakın olduğu zamandır. Şimdi insanlar bu şokla uyanacaklar. Haddinden fazla
şiddet gayedeki hikmeti yok eder. S...'nin başlattığı kriz şimdi bugün bu
noktaya geldi. Görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler... Selam ve dua
ile>
Sanık savunmalarında özetle;
Suçlama konusu edilen yazının
kendisi tarafından yazıldığını, yazının çeşitli yerlerinden alıntılar yapılarak
suçlama yapıldığını, yazının başlangıcında iktidarı sorumlu gösterdiğini,
ayrıca Mehmet Akif'in örtünme ile ilgili şiirinden alıntılar yaptığını, yazının
Yargıtay'da görülen bir dava sırasında, Ankara Belediyesinde çalışan başörtülü
bir bayanın tanık olarak ifade vermek istemesi üzerine başörtüsü nedeniyle
salondan çıkartılmasına dayalı güncel bir yazı olduğunu, <inandığımız gibi
yaşama hürriyetimiz yok> şeklindeki ifadenin bir ironi olduğunu, kendisini
ve iktidarı suçlayıp eleştirdiğini, Cumhurbaşkanı S...'yi, devlet iradesinin
parçası olarak gördüğü bir toplantıda Anayasa fırlatması ve benzeri
davranışları nedeniyle dile getirdiğini, kına yakmak deyiminin, mutlu olmak,
sevinmek anlamında olduğunu, ancak argodaki kullanımın küfür olduğunu, argo
dışında kullanımın söylediği şekilde bulunduğunu, kutsamak, takdis, düğün,
bayram, mutluluk ifade ettiğini, kendisinin de genel anlamda kullandığını,
S...'ye yaptığından memnun musun, mutlu musun, anlamında kullandığını, devam
eden cümlede de bu durumun açıklandığını, herkes için özgürlük ve adalet istemi
ile iyi niyetini göstermiş olduğunu, Cumhurbaşkanlığı sıfatı veya makamını
hedef almadığını, kullanmadığını, S...'yi kişisel olarak eleştirdiğini, yazıda
kamu zararının def edilmesinden söz ettiğini, bunun da kamu yararı bulunmadığı
şeklindeki iddiayı tekzip ettiğini, Yargıtay'da yaşanmış bir olaydan hareket
edildiğini ve sorunun halen devam ettiğini, bu haliyle güncel olduğunu,
gazetecilerin genişletilmiş özgürlüğü bulunduğunu, normal olarak sıradan bir
yurttaşın söylediği bir söz suç oluşturabilir iken, aynı sözün gazeteci
tarafından söylenmesinin suç oluşturmayabileceğini, keza herhangi bir insana
söylendiğinde suç oluşturan bir sözün başbakan veya cumhurbaşkanına ya da
herhangi bir kamu otoritesine söylenmesinin suç oluşturmayabileceğini,
gazetecilerin genişletilmiş özgürlükleri, kamu otoritelerinin genişletilmiş
tahammüllerinin olması gerektiğini, hakaret kastıyla hareket etmediğini
belirterek, kına yakmak deyiminin kullanıldığı yazı örnekleri ile yargısal
kararları savunma dilekçelerine eklemiştir.
Yazının tarihi dikkate alındığında,
söz konusu tarihte Yargıtay'da icra edilen bir duruşmada türban nedeniyle
meydana gelen olayları yazarın kendi bakış açısıyla değerlendirdiği ve bu
haliyle yazıda güncellik unsurunun gerçekleştiği ve yazarın dünya görüşü
açısından sorun olarak gördüğü hususlardaki görüşlerini açıklamasında kamu
yararı bulunduğu da kabul edilmiştir. Ancak suça konu yazıda, <S... kına
yaksın otursun", <Çankaya'daki adam akıl almaz uygulamaları ile
toplumsal barışı dinamitleyen uygulamalara öncülük ediyor> sözcükleri yazıda
kullanılması zorunlu olmayan ve düşünce açıklamaları şeklinde de kabul
edilemeyecek olan ifadelerdir. Sanık Cumhurbaşkanını halk nezdinde küçük
düşürücü, onun onur ve saygınlığını zedeleyecek ifade ve isnatlarda bulunmakla,
atılı suçu işlemiştir.
Bu itibarla Yargıtay C.Başsavcılığı
itirazı yerinde olup, kabulü ile Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve
yerel mahkeme beraat hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul
Başkanı ve Kurul Üyeleri;
<Kurulun çoğunluğu ile ilkeler
bazında herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Bu nedenle çoğunluk
tarafından, ifade hürriyeti hususunda varılan sonuçlar ile suçun yapısı
hakkında yapılan açıklamalara aynen iştirak edilmektedir. Ancak suça konu yazı
bir bütün halinde değerlendirildiğinde, Cumhurbaşkanına yönelik olarak söylenen
<S... kına yaksın otursun>, <Çankaya'daki adam akıl almaz uygulamaları
ile toplumsal barışı dinamitleyen uygulamalara öncülük ediyor> sözcükleri
hakaret suçu kapsamında değerlendirilmemelidir. Kullanılan sözcükler nezaket
dışı ve ağır eleştiri kapsamında değerlendirilebilir ise de, bu sözler hakaret
ve sövme kapsamında değerlendirilemez. Yazıda suç oluşturduğu belirtilen
sözcükler, şeref ve itibarı ihlal edici nitelikte bulunmamaktadır. İsnada konu
olan yazıda güncellik, kamusal ilgi ve yararı öğeleri gerçekleşmiş olup,
açıklanış şekliyle konusu arasında da düşünsel bir bağ bulunmaktadır. Yazarın
rahatsız edici bir üslupla kaleme aldığı yazı, incitici ve rahatsız edici de
olsa ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmelidir, esasen eleştiri övgü
olmadığına göre, sert, kırıcı ve incitici olması da doğaldır. Bu nedenle yerel
mahkeme beraat hükmü ve bu hükmü onayan Özel Daire kararı isabetlidir>
gerekçeleri ile Yargıtay C. Başsavcılığı'nın itirazının reddine karar verilmesi
yönünde oy kullanmışlardır.
Sonuç: Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay Dokuzuncu Ceza
Dairesi'nin 15.06.2009 tarih ve 2777-7014 sayılı onama kararının
KALDIRILMASINA, Bağcılar İkinci Asliye Ceza Mahkemesi'nin 12.10.2006 gün ve
79-607 sayılı beraat hükmünün sanık Abdurrahman yönünden BOZULMASINA,
3- Dosyanın, mahalline gönderilmek
üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 27.10.2009 günü yapılan ilk
müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 03.11.2009 günü yapılan ikinci
müzakerede oyçokluğu ile karar verildi.