Devletler Özel Hukukunda Miras Hukukuna
Uygulanacak Hukuk
Milletlerarası miras hukukunda iki temel düzenleme
birbirleriyle karşı karşıyadır. Birinde, feodal hukukun etkisi altında,
gayrimenkul miras ile menkul miras arasında bir ayırım yapılmakta ve
gayrimenkul miras için lex rei sitae, menkul miras için murisin şahsî statüsü
nazara alınmaktadır. Diğerinde ise, latin hukukunun etkisi altında, küllî
intikal prensibine bağlanılmakta ve tekmil miras, menkul ve gayrimenkul ayırımı
yapılmaksızın, murisin şahsî statüsüne tâbi kılınmaktadır.
Menkul ve gayrimenkul miras ayırımını Amerika
Birleşik Devletlerin’de, İngiltere, Fransa, Belçika ve Avusturya hukuklarında
görmekteyiz. Külli intikal prensibi ise Alman, Yunanistan, İtalya, İspanya,
Portekiz Hollanda, İskandinav Devletleri, Polonya ve Çekoslovakya hukukunda yer
almaktadır.
Menkul ve gayrimenkul ayırımı yapan hukuk
sistemlerinde menkul miras için, ayırım yapmayan hukuklarda tekmil miras için
murisin şahsi statüsü, yani ya millî hukuku veya ikametgâh hukuku geçerli
olmaktadır.
1. Türk hukukunda menkul miras ile gayrimenkul
miras arasında ayırım yapan sistemden uzaklaşılarak, tekmil mirası, menkul ve
gayrimenkul ayırımı yapmaksızın, "prensip" olarak tek bir hukuka tâbi
tutan sisteme geçilmiştir.
Yürürlüğü 22 Kasım 1982 tarihinde sona eren
Muvakkat Kanunun 4 ncü maddesindeki "gayrimenkul mallara ait bilcümle
davaların" "Türk teb'ası alakadar olmasa dahi Türk Devletinin
mahkemelerinde Türk kanun, nizam ve usulüne göre ruyet edileceği"
hükmünden hareketle "Türkiye'de bulunan gayrimenkullere" daima Türk
hukukunun tatbik edileceği sonucuna ulaşılmıştı.
Öyle ki, Türkiye'de bulunan gayrimenkullere Türk
kanunlarının ta edileceği prensibi, miras hukuku alanında bir kanunlar ihtilâfı
kaidesi şeklinde yorumlanarak, hem doktrin hem de uygulamada, "gayrimenkul
mirasın gayrimenkulün bulunduğu yer hukukuna (lex rei sitae) tâbi olacağı"
şeklinde anlaşılmıştır. Muvakkat Kanunun 4 üncü maddesine yanılarak doktrin ve
mahkeme kararlarıyla geliştirilen bu sistem Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul
Hukuku hakkındaki Kanunda büyük ölçüde terkedilmiştir.
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku
hakkındaki Kanuna göre, prensip mirasın ölenin millî hukukuna tâbi olmasıdır.
Diğer bir söyleyişle mirasa uygulanacak hukuk (yani intikal kanunu), murisin
millî hukukudur. Bu prensip Türkiye'de bulunan gayrimenkuller bakımından bir
istisnaya uğramıştır. Türkiye’de bulunan gayrimenkul miras hakkında Türk hukuku
uygulanır (m. 22 I).
Şu halde, ölen Türk vatandaşı ise miras bir
bütün halinde (menkul ve gayrimenkulleriyle), hangi ülkede bulunursa bulunsun
Türk hukukuna tâbi olur. Ölen bir yabancı ise, Türkiye'de bulunan
gayrimenkul terekesi hariç, miras yine bir bütün halinde ölenin millî hukukuna
tâbi olur. Bu düzenleme şekline göre, Türk devletler hususî hukukunda miras
statüsü ölenin millî hukuku, Türkiye'deki gayrimenkullerde Türk hukukudur.
Bu statünün tayininde muris'in iradesi (Professio
iuris) rol oynamaz. Muris, ölüme bağlı tasarruf yoluyla Türk kanunlar ihtilâfı
kuralının tesbit ettiği miras statüsünü değiştiremez.
2. Miras statüsü miras hukukuna ait bütün
meselelere prensip olarak hâkimdir. Kanun, mirasın açılmasına, iktisabına ve
taksimine ilişkin hükümleri terekenin bulunduğu yer hukukuna tâbi tutarak (m.
22 II), bu prensipten bazı konularda ayrılmış olmaktadır. Türkiye'de bulunan
gayrimenkul tereke zaten Türk miras hukukuna tâbi olduğundan, prensipten
ayrılma, sadece yabancı miras hukukuna tâbi Türkiye'de bulunan "menkul
tereke" bakımından pratik bir öneme sahiptir.
Şu halde, ölenin yabancı olması sebebiyle mirasa
uygulanacak hukuk yabancı bir miras hukuku olsa dahi, Türkiye'de bulunan menkul
tereke, "mirasın açılmasına, iktisabına ve taksimine" ilişkin
konularda Türk miras hukukunun hükümlerine tâbi olacaktır. Bu kavramlara hangi
miras hukuku hükümlerinin dahil olduğu doktrinde tereddütler uyandırmıştır.
(1) Mirasın açılması. Mirasın açılması terekenin
bulunduğu yer hukukuna tâbi tutulmuş olmakla beraber, hemen hemen tekmil
hukuklarda miras, miras bırakanın ölümü ile (bazı hukuklarda medenî ölüm ile
de) açıldığından bu istisnaî hükmün pratik bir önemi yoktur.
Türk hukukunda ölüm karinesi de (MK m. 44)
sonuçları bakımından ölüm ile bir tutulur. Aynı şekilde, miras bırakanın
gaipliğine karar verilmiş olması da, mirasın açılması sonucunu doğurur (MK m.
584-588).
Bir yabancının kendi ülkesinde ve kendi hukuk
sistemi içerisinde "ölmüş" kabul edilmesi, bu yabancının Türkiye'de
mirasının açılması için yeterlidir. Bunun dışında, yabancı bir mahkemeden
alınmış olan bir ölüm veya gaiplik kararı da, Türkiye'de tanınması şartıyla (m.
42) Türkiye'de mirasın açılmasını temin eder.
(2) Mirasın iktisabı. Mirasın mirasçı tarafından
iktisabına terekenin bulunduğu yer hukuku hâkimdir. Bu bakımdan mirasın
açılması ile terekenin doğrudan doğruya (kendiliğinden) mi iktisap edileceği,
yoksa terekenin önce bir tereke mahkemesine ve ondan sonra, anglo-amerikan
hukukunda olduğu gibi, bir terekeyi idare memuruna (administrator) veya tenfiz
memuruna (exequator) mı intikal edeceği meselesi terekenin bulunduğu yer
hukukuna tâbidir.
Mirasın kabul ve reddi hükümlerinin miras
statüsüne mi, yoksa mirasın iktisabı kavramı içerisinde terekenin bulunduğu yer
hukukuna mı tâbi olacağı doktrinde ihtilâf konusu olmuştur. Mirasın reddi (veya
kabulü), Türk hukukunda bir mirasçının, intikal eden mirasın iktisabını kendi
arzusu ile bertaraf (veya kabul) etmesidir. Bu bakımdan mirası iktisap kavramı
içerisinde yer alır ve bu sebeple mirası red veya kabul ile hükümleri terekenin
bulunduğu yer hukukuna tabi olur.
(3) Mirasın taksimi. Mirasın iktisabı yanında
mirasın paylaştırılması da terekenin bulunduğu yer hukukuna tâbidir. Bu
itibarla mirasın taksiminden önce mirasçılar arasındaki hukukî münasebete
(miras ortaklığı) de bu hukuk hâkimdir. Bunun yanında, vasiyeti tenfiz memuru,
mirasın taksim tarzı, mirasta iade, miras hissesi üzerinde yapılan mukaveleler
(miras hissesini temlik), mirasçılar arasındaki garanti mükellefiyeti ve
mirasçıların murisin borçlarından mesuliyeti gibi konular da terekenin
bulunduğu yer hukuku tarafından düzenlenir.
3. Mirasın açılması, iktisabı ve taksimine
ilişkin hükümler dışında kalan miras hukukuna ait konulara miras statüsü
hâkimdir. Meselâ, miras bırakanın ölümü ile mirasçıların terekeyi bütünü ile
iktisap etmesi (küllî intikal prensibi) miras statüsüne bağlıdır.
Milletlerarası doktrinde hâkim fikir ölüme bağlı bağışlamaları (Türk BK m. 240
II) da miras statüsüne tâbi tutar. Ölüme bağlı tasarruflar (mirasçı nasbi ve
mal vasiyeti) miras statüsüne tâbi konulardır. Kanunî mirasçıları, mahfuz
hisseli hak sahiplerini, mahfuz hisse ve tasarruf nisabının hudutlarını,
kimlerin mirasa ehil ve hak sahibi sıfatını haiz olduğunu (mirastan mahrumiyet
sebeplerini) ve mirastan is kat müessesesini miras statüsü düzenler. Miras
hakkına dayanan bir dava niteliğinde olması itibariyle, miras sebebiyle
istihkak davası da miras statüsüne tâbi bir konu olmaktadır.
Özellikle mirastan mahrumiyet ve iskat
sebeplerinin yabancı bir miras hukukuna göre düzenlenmesi halinde, Türk miras
hukukunda yer almayan sebeplere dayanan mahrumiyet ve iskat hükümlerinin Türk
kamu düzeninin müdahalesi ile karşılaşması ihtimali oldukça yüksektir.
4.
Türkiye'de bulunan tereke, miras statüsüne, yani Türkiye'de bulunan
tereke bakımından menkullerde ölenin millî hukukuna, gayrimenkullerde Türk miras
hukukuna göre mirasçısız ise, Türk Devletine kalır (m. 22 III). Bu hükmün gayesi,
Türkiye'de mirasçısız bir terekenin yabancı bir devlete "mirasçı sıfatıyla"
intikalini önlemektir. Bu sebeple ister yabancı miras hukukuna göre kanunî
mirasçı sıfatına sahip olsun isterse murisin ölüme bağlı bir tasarrufuyla
mirasta hak sahibi kılınsın, yabancı bir devletin Türkiye'de tereke üzerinde
hak sahibi olması mümkün değildir.
Bu bakımdan Kanundaki bu hüküm tek taraflı bir
kanunlar ihtilâfı kaidesi olmasına rağmen (m. 1), maddî hukuka ait sınırlı bir
etkiye de sahiptir.
5. Ölüme bağlı tasarruflar prensip olarak miras
statüsüne tabidirler. Miras statüsü hem vasiyetname ve miras mukaveleleri hem
de mirastan feragat mukaveleleri için söz sahibidir.
Ölüme bağlı tasarruf yapma ehliyetinin genel
hukukî muamele yapma ehliyetinin tâbi olduğu hukuka mı yoksa miras statüsüne mi
tâbi olacağı doktrinde ihtilaflı bir meseledir.
Fransa'da ölüme bağlı tasarrufta bulunma
ehliyeti için özel sınırlandırmalar (incapacites speciales de disposer â titre
gratuit, Code civil m. 907 vd.) vardır. Bunlar miras statüsüne tâbi tutulur
(Batiffol). Meselâ doktor ve din adamı lehine vasiyetname yasağı söz konusudur.
Ancak bunların gerçek bir ölüme bağlı tasarruf ehliyetsizliği olup olmadığı
şüphelidir. Amerika Birleşik Devletleri'nde ölüme bağlı tasarruf yapma ehliyetine
miras statüsü hâkimdir. İngiliz hukukunda ise şahsî statü, yani araziler söz
konusu ise lex rei sitae, menkuller söz konusu ise ikametgâh yeri hukuku
geçerlidir. Alman hukukunda konu çok ihtilaflıdır.
Türk hukukunda ölüme bağlı tasarrufta bulunma
ehliyeti millî hukuk prensibine bağlanmıştır. Menkul ve gayrimenkul tereke
ayırımı ölüme bağlı tasarruf yapma ehliyetinin tâbi olacağı kanun bakımından
rol oynamaz. Ölüme bağlı tasarruf yapma ehliyeti tasarrufta bulunanın,
tasarrufun yapıldığı andaki millî hukukuna tâbidir (m. 22 V).
Ölüme bağlı tasarruflarda şekil, maddî
hukuklarda mevcut çok çeşitli düzenlemelere uygun olarak, devletler hususî
hukuku bakımından da, çeşitli görüşlerin konusu olmuştur. Kara Avrupası
hukuklarında prensip olarak locus regit actum kaidesinden hareket edilir, buna
mukabil common law ülkelerinde miras statüsü hâkimdir.
Fransız hukukunda locus regit actum kaidesinden
hareket edilmekle beraber, bir Fransıza yabancı ülkede vasiyetnamesini, Code
civil m. 970'de düzenlendiği tarzda, özel şekilde veya tanzim yeri hukukuna
uygun olarak resmî şekilde yapabilme imkânını vermekle (Code civil m. 999) bu
kaideye bir de istisna tanımıştır. Şu halde burada bir seçme imkânı
doğmaktadır: Özel vasiyetname söz konusu ise millî hukuk, resmî şekilde bir
vasiyetname düzenlenecek ise tesis yeri hukuku. Alman hukukunda seçimlik birçok
hukuk ölüme bağlı tasarrufların şekline geçerlilik verebilmektedir (EGBGB m.
26).
Türk hukukunda menkul miras ve gayrimenkul miras
ayırımı yapılmaksızın ölüme bağlı tasarruflarda şekil meselesi ele alınmıştır.
Ölüme bağlı tasarrufların şeklinde ölenin millî hukukuna veya ölüme bağlı
tasarrufun düzenlendiği yer hukukuna (locus regit actum kaidesi) uyulması
yeterlidir (m. 22 IV). Şu halde bir Türk vatandaşı yabancı ülkede tanzim
edeceği ölüme bağlı tasarrufun (el yazılı vasiyetname, resmî vasiyetname, sözlü
vasiyetname) şeklini ya Türk hukukunun hükümlerine uygun olarak ya da mahallî
hukukun hükümlerine uygun olarak gerçekleştirebilecektir. Yabancı muris için de
ayni kaide geçerlidir. Yani ya kendi millî hukukunun şekline ya da düzenlenme
yeri hukukunun şekline riayet etmesi gerekecektir. Ayrıca, yabancı ülkelerde
yapılan ölüme bağlı tasarruflarda, yabancının Türkiye'deki gayrimenkuller
bakımından Türk hukukunun aradığı şekil şartlarına uygun olarak yaptığı ölüme
bağlı tasarruflar da şeklen geçerli olur. Bu son ihtimalde Türk hukuku esas
hakkındaki yetkili hukuk olarak şekle geçerlilik kazandırır (m. 22 IV ve m. 6).
Meselâ, bir Yunanlının Yunanistan'da düzenlemiş
olduğu vasiyetnamenin şekil bakımından geçerliliği, eğer menkul tereke söz
konusu ise, o vasiyetnamenin Yunan hukukuna göre yapılmış olmasına bağlıdır.
Türkiye'deki gayrimenkuller söz konusu ise, Türk hukukunun şekil şartlarına
uymak da bu vasiyetnamenin geçerliliğini temin eder. Buna mukabil vasiyetname
Türkiye'de yapılmış ise, menkul ve gayrimenkul tereke ayırımı rol oynamaksızın,
vasiyetnamenin Türk hukukuna veya Yunan hukukuna göre düzenlenmiş olması bu
vasiyetnamenin geçerliliğini temin eder.
Şekil sebebiyle ölüme bağlı tasarrufların
geçersiz hale gelmesini önlemek milletlerarası düzenlemelerde ana gaye
olmuştur. Türkiye'nin de katılmış bulunduğu "Vasiyet Tasarruflarının
Biçimine ilişkin Kanun Uyuşmazlıkları Konusundaki 5.10.1961 tarihli La Haye
Sözleşmesinde" bu açıkça görülür:
Bu Sözleşmeye göre, bir ölüme bağlı tasarrufun
şekli,
a)
Vasiyetçinin ölüme bağlı tasarrufu yaptığı yer hukukuna uygunsa, veya
b) Vasiyetçinin ölüme bağlı tasarrufu yaptığı
anda veya ölümü anında vatandaşı bulunduğu devletin hukukuna uygunsa, veya
c) Vasiyetçinin ölüme bağlı tasarrufu yaptığı
anda veya ölümü anında ikametgâhının bulunduğu yer hukukuna uygunsa, veya
d) Vasiyetçinin ölüme bağlı tasarrufu yaptığı
anda veya ölümü anında mutad meskeninin bulunduğu yer hukukuna uygunsa, ve
nihayet
e) Gayrimenkullere ilişkin olduğu takdirde,
bunların bulunduğu yer hukukuna uygunsa
bu ölüme bağlı tasarruf şekil bakımından geçerli
olur (m. 1).
Sözleşme "loi uniforme" olarak
düzenlenmiştir. Yani kanunlar ihtilâfı kaidelerini yalnız âkit devletler için
değil, fakat "genel olarak" değiştirmiştir (m. 6).
Türkiye bakımından vasiyetçinin ikametgâhının
bulunduğu yer Türk hukukuna göre tesbit edilir (m. 9). Ayrıca Türkiye, Türk
vatandaşlarının olağanüstü durumlar dışında, yabancı hukuklara göre yapmış
oldukları sözlü vasiyet tasarruflarını tanımama hakkını saklı tutmuştur (m.
10). Ve yine Türkiye, ölüme bağlı tasarrufta yer alan ve Türk hukukuna göre
miras hukukuna girmeyen hükümleri Sözleşmenin uygulama alanı dışında bırakmıştır
(m. 12).
Hangi konuların ölüme bağlı tasarrufların
içeriğini teşkil edebileceği de, miras statüsüne göre belirlenir. Bu sebeple,
Türkiye'de bulunan bir gayrimenkul üzerinde ölüme bağlı tasarruf yoluyla, Türk
hukukuna yabancı olan bir hakkın, meselâ bir İngiliz trust hakkının tesisi
["mal varlığının bir kişi yararına veya belirli bir amaç için bir
trustee'nin (itimat edilenin) sahipliğine ve kontrolüne verilmesi] hukuken
mümkün değildir.
6. Murise
ait terekenin, hak sahibi mirasçılara intikalini sağlamak maksadıyla, ihtiyatî
tedbir olarak muhafaza altına alınması, terekenin tesbiti ve defter tutma,
terekenin idaresi ve tasfiye gibi lex fori'ye tâbi mirasın intikaline ait
hususlar (MK m. 589-598), ihtilafsız kaza alanında mahkeme ve makamların
milletlerarası yetkisi meselesiyle çok yakın bağlantı halinde bulunduğundan,
genellikle devletler arasındaki ikili anlaşmalarla karşılıklı olarak
konsolosluklara bırakılmaktadır.
7.
Veraset vesikası (mirasçılık belgesi) bir şahsın mirasçı olduğunu gösteren
ve ispat eden bir belgedir. Lehine tanzim olunan şahıs bakımından bir
mirasçılık karinesi teşkil eder, aksi ispat oluncaya kadar bu şahıs mirasçı
addolunur.
Türk hukukunda kabul edilmiş olan böyle bir
vesika, Türk hukukundakine benzer hükümleriyle ancak bir kaç ülkede (Almanya,
İsviçre ve İtalya'da) kabul edilmiştir.
Türk hukukunda ihtilafsız kaza usulüne tâbi
olarak alınan veraset vesikası {mirasçılık belgesi), aksi ispat edilinceye
kadar mirasçılık durumunu tesbit eden resmî bir belge niteliğindedir. Mirasla
ilgili işlerde mirasçılığı ispat imkânı verir. Bu sebeple de verilen veraset
vesikasının doğru olmadığı herhangi bir davada ileri sürülebileceği gibi,
vesikanın iptali veya tashihi bunu veren mahkemeden de talep edilebilir.
Veraset vesikasının Türk hukukundaki bu niteliği
sebebiyle yabancı bir mahkeme veya makamdan alınmış olan veraset vesikansa Türk
hukukunun tanıdığı ve kabul ettiğinden daha farklı bir nitelik ve güç
verilemez. Bu bakımdan, verildiği hukuka göre taşıdığı nitelik, meselâ kesin hüküm
teşkil eden bir ilâm da olsa, yabancı veraset vesikası Türk hukukundaki
niteliğine uygun olarak, sadece aksi iddia ve ispat edilebilen resmî bir belge
olarak dikkate alınabilir. Bunun sonucu olarak, yabancı bir mahkeme veya makam
tarafından verilmiş veraset vesikası niteliğindeki bir belge, Türk yetkili
makamlarından talep edilen veraset vesikasının düzenlenmesinde sadece bir delil
olarak değerlendirilebilir. Kesin hüküm teşkil etmeleri mümkün olmadığından,
yabancı veraset vesikasının Türk yetkili mahkemesince tanınması ve tenfizine
karar verilmesi de söz konusu olamaz (m. 34, 42).
Buna mukabil, yabancı gerçek şahıslara ait
intikal işleri kendi yetkili ülke makamlarınca usulüne uygun olarak verilmiş
bulunan veraset vesikalarına istinaden de yapılabilir. Tapu Kanununun 37 nci
maddesi, bu gibi yabancı gerçek şahıslara ait veraset vesikalarının Türk
mahkemelerince tasdik edilmesi şartıyla intikale esas teşkil edeceği hükmünü
taşımaktadır. Bu tasdik ilgili veraset vesikasının Türk kanunlarının kabul ettiği
mirasçılık belgesi niteliğine uygunluğunun Türk mahkemesince tetkik edilerek,
onun tanınma ve tenfizine karar verilmesini ifade eder. Şu halde, gerçek
şahıslara ait yabancı veraset vesikalarına istinaden intikallerin
yapılabilmesi, bunların 2675 sayılı Kanunun 38 inci maddesinde yer alan
şartlara tabi olarak Türk mahkemesince tanınma ve tenfizine karar verilmesine
bağlıdır.
Veraset vesikası vermeye yetkili Türk
mahkemesinin bir yabancı murisin yabancı hukuka tâbi mirası için de veraset
vesikası verebilmesine kanunî bir mani yoktur. Ancak yabancı hukuka uygun
olarak düzenlenmiş olan böyle bir veraset vesikasının Türk hukukunun kabul
ettiğinden farklı bir muhtevaya sahip olması imkânı tereddütle karşılanacaktır.
Menkul miras bakımından İngiliz veya Amerikan
hukukuna uygun olarak bir veraset vesikası düzenlenmesi gerektiğinde, veraset
vesikasının muhtevası güçlükler doğuracaktır. Çünkü, anglo-amerikan hukukuna
göre tereke kanunî veya mansup mirasçılara doğrudan doğruya intikal etmez, önce
terekeyi yediemin olarak idare edip, terekenin borç ve mükellefiyetlerini
yerine getirdikten sonra kalanı kanunî veya mansup mirasçılara teslim edecek
olan bir tereke idarecisinin (personal representative) seçilmesi gerekir.
Terekenin tasfiyesi onun idaresi olarak vasıflandırmaktadır. "Personal
representative" ya vasiyetçi tarafından bizzat tayin edilen
"executor" ya da tereke mahkemesince tesbit edilen
"administrator" dur. Eğer menkul mirasa İngiliz veya Amerikan hukuku
tatbik edilmekte ise, bu hukuklara göre seçilmiş bulunan tereke idarecisinin de
İngiliz veya Amerikan hukukunun tanıdığı yetki ve görevlere sahip bulunduğundan
şüphe etmemek gerekir. Fakat asıl problem kendi ülkesinde görevlendirilmiş bir
tereke idarecisinin, İngiliz hukukunun ona tanıdığı yetki ve görevleri
Türkiye'de kullanabilip kullanamayacağı ve bunun yanında Türk mahkemesince
düzenlenen bir veraset vesikasında böyle bir tayinin yapılıp yapılamayacağıdır.
Bizim görüşümüz odur ki, Türk mahkemeleri, ihtilafsız kaza yoluyla verdikleri
veraset vesikasında, İngiliz veya Amerikan hukuku anlamında bir tereke
idarecisi seçme yetkisine sahip değillerdir. Zira, yetkili Türk mahkemesinin
vereceği veraset vesikası, Türk hukukunun kabul ettiği ve tanıdığı muhtevadan
daha fazlasını veya farklısını ihtiva edemez. Buna mukabil Türkiye'de bulunan
menkul mallar bakımından, İngiliz veya Amerikan hukukuna göre, kendi yetkili
makamları tarafından seçilmiş bulunan tereke idarecilerinin görev ve
yetkilerini Türkiye'de kullanmalarını önlemek için haklı bir sebep gösterilemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder