4 Temmuz 2018 Çarşamba

DEVLETLER ÖZEL HUKUKUNDA MİRAS HUKUKUNA UYGULANACAK HUKUK


Devletler Özel Hukukunda Miras Hukukuna Uygulanacak Hukuk

Milletlerarası miras hukukunda iki temel düzenleme birbirleriyle karşı karşıyadır. Birinde, feodal hukukun etkisi altında, gayrimenkul miras ile menkul miras arasında bir ayırım yapılmakta ve gayrimenkul miras için lex rei sitae, menkul miras için murisin şahsî statüsü nazara alınmaktadır. Diğerinde ise, latin hukukunun etkisi altında, küllî intikal prensibine bağlanılmakta ve tekmil miras, menkul ve gayrimenkul ayırımı yapılmaksızın, murisin şahsî statüsüne tâbi kılınmaktadır.

Menkul ve gayrimenkul miras ayırımını Amerika Birleşik Devletlerin’de, İngiltere, Fransa, Belçika ve Avusturya hukuklarında görmekteyiz. Külli intikal prensibi ise Alman, Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz Hollanda, İskandinav Devletleri, Polonya ve Çekoslovakya hukukunda yer almaktadır.

Menkul ve gayrimenkul ayırımı yapan hukuk sistemlerinde menkul miras için, ayırım yapmayan hukuklarda tekmil miras için murisin şahsi statüsü, yani ya millî hukuku veya ikametgâh hukuku geçerli olmaktadır.

1. Türk hukukunda menkul miras ile gayrimenkul miras arasında ayırım yapan sistemden uzaklaşılarak, tekmil mirası, menkul ve gayrimenkul ayırımı yapmaksızın, "prensip" olarak tek bir hukuka tâbi tutan sisteme geçilmiştir.

Yürürlüğü 22 Kasım 1982 tarihinde sona eren Muvakkat Kanunun 4 ncü maddesindeki "gayrimenkul mallara ait bilcümle davaların" "Türk teb'ası alakadar olmasa dahi Türk Devletinin mahkemelerinde Türk kanun, nizam ve usulüne göre ruyet edileceği" hükmünden hareketle "Türkiye'de bulunan gayrimenkullere" daima Türk hukukunun tatbik edileceği sonucuna ulaşılmıştı.

Öyle ki, Türkiye'de bulunan gayrimenkullere Türk kanunlarının ta edileceği prensibi, miras hukuku alanında bir kanunlar ihtilâfı kaidesi şeklinde yorumlanarak, hem doktrin hem de uygulamada, "gayrimenkul mirasın gayrimenkulün bulunduğu yer hukukuna (lex rei sitae) tâbi olacağı" şeklinde anlaşılmıştır. Muvakkat Kanunun 4 üncü maddesine yanılarak doktrin ve mahkeme kararlarıyla geliştirilen bu sistem Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku hakkındaki Kanunda büyük ölçüde terkedilmiştir.

Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku hakkındaki Kanuna göre, prensip mirasın ölenin millî hukukuna tâbi olmasıdır. Diğer bir söyleyişle mirasa uygulanacak hukuk (yani intikal kanunu), murisin millî hukukudur. Bu prensip Türkiye'de bulunan gayrimenkuller bakımından bir istisnaya uğramıştır. Türkiye’de bulunan gayrimenkul miras hakkında Türk hukuku uygulanır (m. 22 I).

Şu halde, ölen Türk vatandaşı ise miras bir bütün halinde (menkul ve gayrimenkulleriyle), hangi ülkede bulunursa bulunsun Türk hukukuna tâbi olur. Ölen bir yabancı ise, Türkiye'de bulunan gayrimenkul terekesi hariç, miras yine bir bütün halinde ölenin millî hukukuna tâbi olur. Bu düzenleme şekline göre, Türk devletler hususî hukukunda miras statüsü ölenin millî hukuku, Türkiye'deki gayrimenkullerde Türk hukukudur.

Bu statünün tayininde muris'in iradesi (Professio iuris) rol oynamaz. Muris, ölüme bağlı tasarruf yoluyla Türk kanunlar ihtilâfı kuralının tesbit ettiği miras statüsünü değiştiremez.

2. Miras statüsü miras hukukuna ait bütün meselelere prensip olarak hâkimdir. Kanun, mirasın açılmasına, iktisabına ve taksimine ilişkin hükümleri terekenin bulunduğu yer hukukuna tâbi tutarak (m. 22 II), bu prensipten bazı konularda ayrılmış olmaktadır. Türkiye'de bulunan gayrimenkul tereke zaten Türk miras hukukuna tâbi olduğundan, prensipten ayrılma, sadece yabancı miras hukukuna tâbi Türkiye'de bulunan "menkul tereke" bakımından pratik bir öneme sahiptir.

Şu halde, ölenin yabancı olması sebebiyle mirasa uygulanacak hukuk yabancı bir miras hukuku olsa dahi, Türkiye'de bulunan menkul tereke, "mirasın açılmasına, iktisabına ve taksimine" ilişkin konularda Türk miras hukukunun hükümlerine tâbi olacaktır. Bu kavramlara hangi miras hukuku hükümlerinin dahil olduğu doktrinde tereddütler uyandırmıştır.

(1) Mirasın açılması. Mirasın açılması terekenin bulunduğu yer hukukuna tâbi tutulmuş olmakla beraber, hemen hemen tekmil hukuklarda miras, miras bırakanın ölümü ile (bazı hukuklarda medenî ölüm ile de) açıldığından bu istisnaî hükmün pratik bir önemi yoktur.

Türk hukukunda ölüm karinesi de (MK m. 44) sonuçları bakımından ölüm ile bir tutulur. Aynı şekilde, miras bırakanın gaipliğine karar verilmiş olması da, mirasın açılması sonucunu doğurur (MK m. 584-588).

Bir yabancının kendi ülkesinde ve kendi hukuk sistemi içerisinde "ölmüş" kabul edilmesi, bu yabancının Türkiye'de mirasının açılması için yeterlidir. Bunun dışında, yabancı bir mahkemeden alınmış olan bir ölüm veya gaiplik kararı da, Türkiye'de tanınması şartıyla (m. 42) Türkiye'de mirasın açılmasını temin eder.

(2) Mirasın iktisabı. Mirasın mirasçı tarafından iktisabına terekenin bulunduğu yer hukuku hâkimdir. Bu bakımdan mirasın açılması ile terekenin doğrudan doğruya (kendiliğinden) mi iktisap edileceği, yoksa terekenin önce bir tereke mahkemesine ve ondan sonra, anglo-amerikan hukukunda olduğu gibi, bir terekeyi idare memuruna (administrator) veya tenfiz memuruna (exequator) mı intikal edeceği meselesi terekenin bulunduğu yer hukukuna tâbidir.

Mirasın kabul ve reddi hükümlerinin miras statüsüne mi, yoksa mirasın iktisabı kavramı içerisinde terekenin bulunduğu yer hukukuna mı tâbi olacağı doktrinde ihtilâf konusu olmuştur. Mirasın reddi (veya kabulü), Türk hukukunda bir mirasçının, intikal eden mirasın iktisabını kendi arzusu ile bertaraf (veya kabul) etmesidir. Bu bakımdan mirası iktisap kavramı içerisinde yer alır ve bu sebeple mirası red veya kabul ile hükümleri terekenin bulunduğu yer hukukuna tabi olur.

(3) Mirasın taksimi. Mirasın iktisabı yanında mirasın paylaştırılması da terekenin bulunduğu yer hukukuna tâbidir. Bu itibarla mirasın taksiminden önce mirasçılar arasındaki hukukî münasebete (miras ortaklığı) de bu hukuk hâkimdir. Bunun yanında, vasiyeti tenfiz memuru, mirasın taksim tarzı, mirasta iade, miras hissesi üzerinde yapılan mukaveleler (miras hissesini temlik), mirasçılar arasındaki garanti mükellefiyeti ve mirasçıların murisin borçlarından mesuliyeti gibi konular da terekenin bulunduğu yer hukuku tarafından düzenlenir.

3. Mirasın açılması, iktisabı ve taksimine ilişkin hükümler dışında kalan miras hukukuna ait konulara miras statüsü hâkimdir. Meselâ, miras bırakanın ölümü ile mirasçıların terekeyi bütünü ile iktisap etmesi (küllî intikal prensibi) miras statüsüne bağlıdır. Milletlerarası doktrinde hâkim fikir ölüme bağlı bağışlamaları (Türk BK m. 240 II) da miras statüsüne tâbi tutar. Ölüme bağlı tasarruflar (mirasçı nasbi ve mal vasiyeti) miras statüsüne tâbi konulardır. Kanunî mirasçıları, mahfuz hisseli hak sahiplerini, mahfuz hisse ve tasarruf nisabının hudutlarını, kimlerin mirasa ehil ve hak sahibi sıfatını haiz olduğunu (mirastan mahrumiyet sebeplerini) ve mirastan is kat müessesesini miras statüsü düzenler. Miras hakkına dayanan bir dava niteliğinde olması itibariyle, miras sebebiyle istihkak davası da miras statüsüne tâbi bir konu olmaktadır.

Özellikle mirastan mahrumiyet ve iskat sebeplerinin yabancı bir miras hukukuna göre düzenlenmesi halinde, Türk miras hukukunda yer almayan sebeplere dayanan mahrumiyet ve iskat hükümlerinin Türk kamu düzeninin müdahalesi ile karşılaşması ihtimali oldukça yüksektir.

4.  Türkiye'de bulunan tereke, miras statüsüne, yani Türkiye'de bulunan tereke bakımından menkullerde ölenin millî hukukuna, gayrimenkullerde Türk miras hukukuna göre mirasçısız ise, Türk Devletine kalır (m. 22 III). Bu hükmün gayesi, Türkiye'de mirasçısız bir terekenin yabancı bir devlete "mirasçı sıfatıyla" intikalini önlemektir. Bu sebeple ister yabancı miras hukukuna göre kanunî mirasçı sıfatına sahip olsun isterse murisin ölüme bağlı bir tasarrufuyla mirasta hak sahibi kılınsın, yabancı bir devletin Türkiye'de tereke üzerinde hak sahibi olması mümkün değildir.

Bu bakımdan Kanundaki bu hüküm tek taraflı bir kanunlar ihtilâfı kaidesi olmasına rağmen (m. 1), maddî hukuka ait sınırlı bir etkiye de sahiptir.

5. Ölüme bağlı tasarruflar prensip olarak miras statüsüne tabidirler. Miras statüsü hem vasiyetname ve miras mukaveleleri hem de mirastan feragat mukaveleleri için söz sahibidir.

Ölüme bağlı tasarruf yapma ehliyetinin genel hukukî muamele yapma ehliyetinin tâbi olduğu hukuka mı yoksa miras statüsüne mi tâbi olacağı doktrinde ihtilaflı bir meseledir.

Fransa'da ölüme bağlı tasarrufta bulunma ehliyeti için özel sınırlandırmalar (incapacites speciales de disposer â titre gratuit, Code civil m. 907 vd.) vardır. Bunlar miras statüsüne tâbi tutulur (Batiffol). Meselâ doktor ve din adamı lehine vasiyetname yasağı söz konusudur. Ancak bunların gerçek bir ölüme bağlı tasarruf ehliyetsizliği olup olmadığı şüphelidir. Amerika Birleşik Devletleri'nde ölüme bağlı tasarruf yapma ehliyetine miras statüsü hâkimdir. İngiliz hukukunda ise şahsî statü, yani araziler söz konusu ise lex rei sitae, menkuller söz konusu ise ikametgâh yeri hukuku geçerlidir. Alman hukukunda konu çok ihtilaflıdır.

Türk hukukunda ölüme bağlı tasarrufta bulunma ehliyeti millî hukuk prensibine bağlanmıştır. Menkul ve gayrimenkul tereke ayırımı ölüme bağlı tasarruf yapma ehliyetinin tâbi olacağı kanun bakımından rol oynamaz. Ölüme bağlı tasarruf yapma ehliyeti tasarrufta bulunanın, tasarrufun yapıldığı andaki millî hukukuna tâbidir (m. 22 V).

Ölüme bağlı tasarruflarda şekil, maddî hukuklarda mevcut çok çeşitli düzenlemelere uygun olarak, devletler hususî hukuku bakımından da, çeşitli görüşlerin konusu olmuştur. Kara Avrupası hukuklarında prensip olarak locus regit actum kaidesinden hareket edilir, buna mukabil common law ülkelerinde miras statüsü hâkimdir.

Fransız hukukunda locus regit actum kaidesinden hareket edilmekle beraber, bir Fransıza yabancı ülkede vasiyetnamesini, Code civil m. 970'de düzenlendiği tarzda, özel şekilde veya tanzim yeri hukukuna uygun olarak resmî şekilde yapabilme imkânını vermekle (Code civil m. 999) bu kaideye bir de istisna tanımıştır. Şu halde burada bir seçme imkânı doğmaktadır: Özel vasiyetname söz konusu ise millî hukuk, resmî şekilde bir vasiyetname düzenlenecek ise tesis yeri hukuku. Alman hukukunda seçimlik birçok hukuk ölüme bağlı tasarrufların şekline geçerlilik verebilmektedir (EGBGB m. 26).

Türk hukukunda menkul miras ve gayrimenkul miras ayırımı yapılmaksızın ölüme bağlı tasarruflarda şekil meselesi ele alınmıştır. Ölüme bağlı tasarrufların şeklinde ölenin millî hukukuna veya ölüme bağlı tasarrufun düzenlendiği yer hukukuna (locus regit actum kaidesi) uyulması yeterlidir (m. 22 IV). Şu halde bir Türk vatandaşı yabancı ülkede tanzim edeceği ölüme bağlı tasarrufun (el yazılı vasiyetname, resmî vasiyetname, sözlü vasiyetname) şeklini ya Türk hukukunun hükümlerine uygun olarak ya da mahallî hukukun hükümlerine uygun olarak gerçekleştirebilecektir. Yabancı muris için de ayni kaide geçerlidir. Yani ya kendi millî hukukunun şekline ya da düzenlenme yeri hukukunun şekline riayet etmesi gerekecektir. Ayrıca, yabancı ülkelerde yapılan ölüme bağlı tasarruflarda, yabancının Türkiye'deki gayrimenkuller bakımından Türk hukukunun aradığı şekil şartlarına uygun olarak yaptığı ölüme bağlı tasarruflar da şeklen geçerli olur. Bu son ihtimalde Türk hukuku esas hakkındaki yetkili hukuk olarak şekle geçerlilik kazandırır (m. 22 IV ve m. 6).

Meselâ, bir Yunanlının Yunanistan'da düzenlemiş olduğu vasiyetnamenin şekil bakımından geçerliliği, eğer menkul tereke söz konusu ise, o vasiyetnamenin Yunan hukukuna göre yapılmış olmasına bağlıdır. Türkiye'deki gayrimenkuller söz konusu ise, Türk hukukunun şekil şartlarına uymak da bu vasiyetnamenin geçerliliğini temin eder. Buna mukabil vasiyetname Türkiye'de yapılmış ise, menkul ve gayrimenkul tereke ayırımı rol oynamaksızın, vasiyetnamenin Türk hukukuna veya Yunan hukukuna göre düzenlenmiş olması bu vasiyetnamenin geçerliliğini temin eder.

Şekil sebebiyle ölüme bağlı tasarrufların geçersiz hale gelmesini önlemek milletlerarası düzenlemelerde ana gaye olmuştur. Türkiye'nin de katılmış bulunduğu "Vasiyet Tasarruflarının Biçimine ilişkin Kanun Uyuşmazlıkları Konusundaki 5.10.1961 tarihli La Haye Sözleşmesinde" bu açıkça görülür:

Bu Sözleşmeye göre, bir ölüme bağlı tasarrufun şekli,

a)  Vasiyetçinin ölüme bağlı tasarrufu yaptığı yer hukukuna uygunsa, veya

b) Vasiyetçinin ölüme bağlı tasarrufu yaptığı anda veya ölümü anında vatandaşı bulunduğu devletin hukukuna uygunsa, veya

c) Vasiyetçinin ölüme bağlı tasarrufu yaptığı anda veya ölümü anında ikametgâhının bulunduğu yer hukukuna uygunsa, veya

d) Vasiyetçinin ölüme bağlı tasarrufu yaptığı anda veya ölümü anında mutad meskeninin bulunduğu yer hukukuna uygunsa, ve nihayet

e) Gayrimenkullere ilişkin olduğu takdirde, bunların bulunduğu yer hukukuna uygunsa

bu ölüme bağlı tasarruf şekil bakımından geçerli olur (m. 1).

Sözleşme "loi uniforme" olarak düzenlenmiştir. Yani kanunlar ihtilâfı kaidelerini yalnız âkit devletler için değil, fakat "genel olarak" değiştirmiştir (m. 6).


Türkiye bakımından vasiyetçinin ikametgâhının bulunduğu yer Türk hukukuna göre tesbit edilir (m. 9). Ayrıca Türkiye, Türk vatandaşlarının olağanüstü durumlar dışında, yabancı hukuklara göre yapmış oldukları sözlü vasiyet tasarruflarını tanımama hakkını saklı tutmuştur (m. 10). Ve yine Türkiye, ölüme bağlı tasarrufta yer alan ve Türk hukukuna göre miras hukukuna girmeyen hükümleri Sözleşmenin uygulama alanı dışında bırakmıştır (m. 12).

Hangi konuların ölüme bağlı tasarrufların içeriğini teşkil edebileceği de, miras statüsüne göre belirlenir. Bu sebeple, Türkiye'de bulunan bir gayrimenkul üzerinde ölüme bağlı tasarruf yoluyla, Türk hukukuna yabancı olan bir hakkın, meselâ bir İngiliz trust hakkının tesisi ["mal varlığının bir kişi yararına veya belirli bir amaç için bir trustee'nin (itimat edilenin) sahipliğine ve kontrolüne verilmesi] hukuken mümkün değildir.

6.  Murise ait terekenin, hak sahibi mirasçılara intikalini sağlamak maksadıyla, ihtiyatî tedbir olarak muhafaza altına alınması, terekenin tesbiti ve defter tutma, terekenin idaresi ve tasfiye gibi lex fori'ye tâbi mirasın intikaline ait hususlar (MK m. 589-598), ihtilafsız kaza alanında mahkeme ve makamların milletlerarası yetkisi meselesiyle çok yakın bağlantı halinde bulunduğundan, genellikle devletler arasındaki ikili anlaşmalarla karşılıklı olarak konsolosluklara bırakılmaktadır.

7.  Veraset vesikası (mirasçılık belgesi) bir şahsın mirasçı olduğunu gösteren ve ispat eden bir belgedir. Lehine tanzim olunan şahıs bakımından bir mirasçılık karinesi teşkil eder, aksi ispat oluncaya kadar bu şahıs mirasçı addolunur.

Türk hukukunda kabul edilmiş olan böyle bir vesika, Türk hukukundakine benzer hükümleriyle ancak bir kaç ülkede (Almanya, İsviçre ve İtalya'da) kabul edilmiştir.

Türk hukukunda ihtilafsız kaza usulüne tâbi olarak alınan veraset vesikası {mirasçılık belgesi), aksi ispat edilinceye kadar mirasçılık durumunu tesbit eden resmî bir belge niteliğindedir. Mirasla ilgili işlerde mirasçılığı ispat imkânı verir. Bu sebeple de verilen veraset vesikasının doğru olmadığı herhangi bir davada ileri sürülebileceği gibi, vesikanın iptali veya tashihi bunu veren mahkemeden de talep edilebilir.

Veraset vesikasının Türk hukukundaki bu niteliği sebebiyle yabancı bir mahkeme veya makamdan alınmış olan veraset vesikansa Türk hukukunun tanıdığı ve kabul ettiğinden daha farklı bir nitelik ve güç verilemez. Bu bakımdan, verildiği hukuka göre taşıdığı nitelik, meselâ kesin hüküm teşkil eden bir ilâm da olsa, yabancı veraset vesikası Türk hukukundaki niteliğine uygun olarak, sadece aksi iddia ve ispat edilebilen resmî bir belge olarak dikkate alınabilir. Bunun sonucu olarak, yabancı bir mahkeme veya makam tarafından verilmiş veraset vesikası niteliğindeki bir belge, Türk yetkili makamlarından talep edilen veraset vesikasının düzenlenmesinde sadece bir delil olarak değerlendirilebilir. Kesin hüküm teşkil etmeleri mümkün olmadığından, yabancı veraset vesikasının Türk yetkili mahkemesince tanınması ve tenfizine karar verilmesi de söz konusu olamaz (m. 34, 42).

Buna mukabil, yabancı gerçek şahıslara ait intikal işleri kendi yetkili ülke makamlarınca usulüne uygun olarak verilmiş bulunan veraset vesikalarına istinaden de yapılabilir. Tapu Kanununun 37 nci maddesi, bu gibi yabancı gerçek şahıslara ait veraset vesikalarının Türk mahkemelerince tasdik edilmesi şartıyla intikale esas teşkil edeceği hükmünü taşımaktadır. Bu tasdik ilgili veraset vesikasının Türk kanunlarının kabul ettiği mirasçılık belgesi niteliğine uygunluğunun Türk mahkemesince tetkik edilerek, onun tanınma ve tenfizine karar verilmesini ifade eder. Şu halde, gerçek şahıslara ait yabancı veraset vesikalarına istinaden intikallerin yapılabilmesi, bunların 2675 sayılı Kanunun 38 inci maddesinde yer alan şartlara tabi olarak Türk mahkemesince tanınma ve tenfizine karar verilmesine bağlıdır.

Veraset vesikası vermeye yetkili Türk mahkemesinin bir yabancı murisin yabancı hukuka tâbi mirası için de veraset vesikası verebilmesine kanunî bir mani yoktur. Ancak yabancı hukuka uygun olarak düzenlenmiş olan böyle bir veraset vesikasının Türk hukukunun kabul ettiğinden farklı bir muhtevaya sahip olması imkânı tereddütle karşılanacaktır.

Menkul miras bakımından İngiliz veya Amerikan hukukuna uygun olarak bir veraset vesikası düzenlenmesi gerektiğinde, veraset vesikasının muhtevası güçlükler doğuracaktır. Çünkü, anglo-amerikan hukukuna göre tereke kanunî veya mansup mirasçılara doğrudan doğruya intikal etmez, önce terekeyi yediemin olarak idare edip, terekenin borç ve mükellefiyetlerini yerine getirdikten sonra kalanı kanunî veya mansup mirasçılara teslim edecek olan bir tereke idarecisinin (personal representative) seçilmesi gerekir. Terekenin tasfiyesi onun idaresi olarak vasıflandırmaktadır. "Personal representative" ya vasiyetçi tarafından bizzat tayin edilen "executor" ya da tereke mahkemesince tesbit edilen "administrator" dur. Eğer menkul mirasa İngiliz veya Amerikan hukuku tatbik edilmekte ise, bu hukuklara göre seçilmiş bulunan tereke idarecisinin de İngiliz veya Amerikan hukukunun tanıdığı yetki ve görevlere sahip bulunduğundan şüphe etmemek gerekir. Fakat asıl problem kendi ülkesinde görevlendirilmiş bir tereke idarecisinin, İngiliz hukukunun ona tanıdığı yetki ve görevleri Türkiye'de kullanabilip kullanamayacağı ve bunun yanında Türk mahkemesince düzenlenen bir veraset vesikasında böyle bir tayinin yapılıp yapılamayacağıdır. Bizim görüşümüz odur ki, Türk mahkemeleri, ihtilafsız kaza yoluyla verdikleri veraset vesikasında, İngiliz veya Amerikan hukuku anlamında bir tereke idarecisi seçme yetkisine sahip değillerdir. Zira, yetkili Türk mahkemesinin vereceği veraset vesikası, Türk hukukunun kabul ettiği ve tanıdığı muhtevadan daha fazlasını veya farklısını ihtiva edemez. Buna mukabil Türkiye'de bulunan menkul mallar bakımından, İngiliz veya Amerikan hukukuna göre, kendi yetkili makamları tarafından seçilmiş bulunan tereke idarecilerinin görev ve yetkilerini Türkiye'de kullanmalarını önlemek için haklı bir sebep gösterilemez.

MEVSİMLİK İŞTE ÇALIŞAN İŞÇİNİN KIDEMİ


Mevsimlik İşte Çalışan İşçinin Kıdeminin Belirlenmesi


Mevsimlik işte çalışan işçinin kıdeminin belirlenmesi ile ilgili yasal bir düzenleme yoktur. Bu konuda Yargıtay kararları uygulamaya yön vermektedir.

Yargıtay, mevsimlik işlerde kıdem ve ihbar süresinin her yıl çalışılan veya çalışılmış gibi sayılan sürelerin toplanarak bulunması gerektiğini ve sözleşmelerinde hüküm olmadıkça her mevsimdeki çalışmanın bir tam yıl sayılamayacağını kabul etmiş bulunmaktadır58a. Mevsimlik işlerde mevsim sonunda işveren işçiye yeni mevsimde işe almayacağını ihbar ettiği takdirde, iş sözleşmesi mevsimin bitimiyle son bulur. İşveren böyle bir ihbarda bulunmazsa yeni mevsime kadar iş sözleşmesi askıya alınmış ve yeni mevsim başladığında işçi işe alınmazsa iş sözleşmesi, yeni mevsimin başında bozulmuş olur, işçi ihbar tazminatı ile kıdem tazminatına hak kazanır ve tazminatların hesaplanmasında iş sözleşmesinin askıya alındığı tarihteki ücret esas alınır. Ancak, Yargıtay’a göre, zorlayıcı nedenin ortaya çıktığı bir işyerinde yeni mevsim başında işçinin işe çağrılmaması halinde işverenin değil, işçinin sözleşmeyi feshettiği kabul edilir ve ihbar tazminatının reddi, kıdem tazminatının ise kabulü gerekir. Buna karşılık, yeni mevsimde işe davet edilen ancak ekonomik kriz nedeniyle işe başlatılmayan işçinin sözleşmesinin işverence feshedildiği kabul edilerek kıdem tazminatı ile birlikte ihbar tazminatı da ödenmelidir. İşveren işçiyi yeni mevsim çalışmasına davet etmek zorunda değildir. Davet etmemenin hukuki sonucu ancak bir eda davasına konu olabilir59b. Öte yandan, mevsimlik işçi yeni mevsimin başında yapılan tebligata rağmen gelmemişse ihbar ve kıdem tazminatına hak kazanamaz. Buna karşılık, uzun yıllar düzensiz aralıklarla çalıştırılan işçinin işe çağrılmadığı için başka bir işverenin yanında iş bulduğunu bildirerek kıdem tazminatı istemesini, Yargıtay, İş Kanunu m. 24/II'ye ve hakkaniyete uygun bulmuştur.

Yargıtay’a göre, mevsimlik işler için askı süresi, kural olarak birbirini takip eden iki mevsim arasındaki süre olmak gerekir. Müteakip mevsimleri aşacak şekilde ve özellikle bu davada olduğu gibi 5-6 yıl devam edecek bir askı süresinden söz edilemez. Tarafların buna askı süresi demiş olmaları da bu sonucu değiştirmez. Bunu ileri sürebilmek için toplu iş sözleşmesinde buna hak veren bir hükmün bulunması gerekir. Mevsimlik işlerde yapılan iş sözleşmelerinin belirli süreliymiş gibi düzenlenmiş olması da bir önem taşımaz. Böyle bir çalışma düzeninde her mevsim sonu sözleşmeler son bulmayıp yeni çalışma sonuna kadar karşılıklı hak ve borçlar askıya alınır. Bu sözleşmeler ardı ardına zincirleme olarak yapıldığından belirsiz süreli iş sözleşmesine dönüşmüş sayılırlar.

Bu kararlar, mevsimlik işlerde mevsimin sona ermesiyle sözleşmenin sona ermeyip sadece tatile uğrayacağı görüşünden kaynaklanmaktadır. Ancak mevsimlik işte iş sözleşmesinin sona ermeyip tatile uğradığı ya da askıda kaldığı görüşü kabul edilince, ihbar ve kıdem tazminatının hesabında, sözleşme devam ettiğine göre askıda kalma sürelerinin de göz önüne alınması gerektiği görüşü gözden uzak tutulamaz. Özellikle 14. maddede 1927 sayılı Kanunun hazırlanması sırasında belirtildiği gibi, kıdem tazminatına hak kazandıracak bir yıllık sürenin ve kuşkusuz tüm çalışma süresinin "yalnız fiilen çalışma sürelerini değil aynı zamanda hizmet akdinin askıda kalacağı bütün durumları kapsayacağı açıktır". Öyleyse özellikle kıdem tazminatı ile ilgili kıdem hesabında, Yargıtay’ın, mevsimlik işte sözleşmenin askıda kaldığını kabul etmesinin sonucu olarak, askıda kalma sürelerinin de göz önünde tutulması görüşüne varması gerekirdi. Buna karşı, böyle bir düşünceye yer verilemeyeceği, çünkü Kanunun öngördüğü askıda kalma durumunun mutlak askıda kalmayı amaçlamayıp hastalık, grev, izin gibi arızî ve sözleşmenin sona erdiği görünümünü vermeyen durumları kapsadığı görüşü öne sürülmüş ve bu görüş Yargıtay kararlarına egemen olmuştur.

Yargıtay bir kararında, mevsimlik olup olmadığı belirtilmeyen bir işle ilgili olarak, üç yıl belirli dönemlerde belirli süreli iş sözleşmeleriyle çalışan işçinin, son sözleşmenin süresinin bitimi ve yeniden sözleşme yapmak istememesi halinde, kıdem tazminatına hak kazanacağı sonucuna varmıştır. Yargıtay, yine, üç yıl ardı ardına yapılan mevsimlik işle ilgili başka bir kararında ise, bu tür iş sözleşmelerinin sürenin sonunda kendiliğinden son bulması nedeniyle, işçinin sadece ihbar tazminatına değil kıdem tazminatına da hak kazanamayacağına hükmetmiştir. Bu görüşün isabetli olduğu kabul edilmelidir.

Ne var ki, Yargıtay başka bir kararında bu görüşten ayrılarak, her yıl 6-8 ay yapılan maden yıkama ve ayıklama işleri belirli süreli iş sözleşmelerine dayansa bile, bunların belirsiz süreli sayılması gerektiğine hükmetmiştir.

3 Temmuz 2018 Salı

ÖLÜM İŞLEMLERİ


Ölüm İşlemlerinin Bildirim Süresi, Usul ve Yükümlülüğü


Ölüm olayının bildirilmesi, ölüm olayının bildirilmesi, ölüm olayının haber alındığı tarihten itibaren yetkili makam ve görevliler tarafından örneğine uygun olarak düzenlenen ölüm tutanaklarının en geç on gün içinde, ilgili ilçe nüfus müdürlüğüne verilmesi veya gönderilmesi suretiyle yapılır. 

Ölüm tutanaklarına varsa nüfus cüzdanı da eklenir. Nüfus cüzdanı yoksa bu husus tutanağın ilgili alanında belirtilir. Ölüm, meydana geldiği yer ve koşullara bağlı olarak aşağıda belirtilen görevliler tarafından bildirilir:

a) Şehir ve kasabalarda 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu gereğince defin ruhsatı vermeye yetkili olanlar,

b) Köylerde, varsa resmî tabip veya sağlık kuruluşu yetkilileri, yoksa köy muhtarları,

c) Hastane ve bakım evi gibi sağlık kurumlarında kurum amirlikleri,

ç) Askeri birliklerde tabipler veya iç hizmet mevzuatına göre kıta komutanlıklarınca görevlendirilmiş olanlar ve askerlik şubeleri,

d) Doğal afetlerde mülkî idare amirlerince görevlendirilecek memurlar,

e) Adlî olaylarda ve kazalarda ilgili Cumhuriyet savcılıkları, olayın meydana geldiği tarihten itibaren, dış temsilcilikler ise olaydan haberdar oldukları tarihten itibaren on gün içerisinde Genel Müdürlüğe ya da nüfus müdürlüğüne bildirmekle yükümlüdürler. 

Kocası Ölen Kadın


Kocası ölen kadın yeniden evlenmedikçe ölen kocasının aile kütüğünde kalır ve kocasının soyadını taşımaya devam eder. Yazılı talebi halinde dilerse bekarlık hanesine dönerek bekarlık soyadını alıp kapanmış olan nüfus kaydını canlandırabilir. Bu durumda nüfus kaydı taşınmasına ilişkin form kullanılır.

Köylerdeki Ölümler


Köylerde, varsa resmi tabip veya sağlık kuruluşu yetkilileri yoksa köy muhtarları ölüm tutanağı düzenler. Köy muhtarı; köyde meydana gelen ölüm olayı üzerine, örneğine uygun ölüm tutanağı düzenleyerek, varsa ölüye ait nüfus cüzdanını da tutanağa eklemek suretiyle ilçe nüfus müdürlüğüne göndermekle görevlidir.

Köy muhtarı üç örnek düzenlediği ölüm tutanağının iki örneğini en geç on gün içerisinde ilçe nüfus müdürlüğüne gönderir veya teslim eder. Bir örneğini köye ait ölüm dosyasında muhafaza eder. 

Köy muhtarı, kendisine bildirilmese dahi daha sonra öğrendiği ölüm olayı için de tutanak düzenlemekle yükümlüdür. Bu durumda ölüm tarihinde görevli olan köy muhtarı para cezası işlemine tabi tutulur.

Ölüm olayının meydana geldiği tarihte görevli köy muhtarı nüfus müdürlüğüne davet edilerek savunması alınır. Kanunun 68 inci maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen haklı bir nedene dayanmadığı taktirde cezai işleme tabi tutulur.

Buna ilişkin yazışma ve ceza tutanağının bir örneği ölüm/ ekler dosyasında muhafaza edilir. Beyana davet edilen muhtarın ölü olduğunun anlaşılması halinde, savunma tutanağına “......tarihinde ölümü nedeniyle savunması alınamamıştır.” açıklaması yapılarak, tutanak ilgili müdür ve memur tarafından onaylanır, muhtarın nüfus kayıt örneği savunma tutanağına eklenir. Savunma tutanağı ve eki diğer yazışma evrakları ile birlikte ölüm/ ekler dosyasında muhafaza edilir.

Sağlık Kuruluşu Bulunan Yerlerdeki Ölümler


İl, ilçe ve beldede meydana gelen ölüm olayı üzerine yetkili resmi tabip (Hükümet, Belediye, Sağlık Ocağı Tabipleri) tarafından, resmi tabip bulunmayan yerlerde sağlık personeli veya belediye başkanlığınca bu işle görevlendirilmiş memur tarafından ölüm olayının bildirildiği ve gömme izin belgesi istendiği tarihten itibaren ölüm tutanağı düzenlenerek on gün içinde ilçe nüfus müdürlüğüne gönderilir. Ölen kişiye ait nüfus cüzdanı varsa tutanağa eklenir. Ölünün, ölüm olayının meydana geldiği yer dışında bir başka yere gömülmek üzere nakli söz konusu ise, ölüm tutanağı cenaze nakil iznini veren makam tarafından düzenlenir.

Sağlık Kurumlarında, Ceza ve Tutukevlerinde, Fabrika ve Benzeri Diğer Kamu Kuruluşlarında Meydana Gelen Ölümler

Hastane ve doğum evi gibi resmi veya özel sağlık kuruluşlarında, ceza ve tutukevinde, yatılı okul, fabrika gibi resmi kuruluş ve işyerlerinde her hangi bir nedenle ölüm olayı meydana geldiği takdirde; görevli memurlarca örneğine uygun düzenlenen ölüm tutanaklarının ölüm olayının haber alındığı tarihten itibaren on gün içerisinde varsa nüfus cüzdanı ekli olarak nüfus idaresine gönderilir. 

Özel sağlık kuruluşlarınca usulüne göre düzenlenen ölüm tutanakları için ayrıca tasdik işlemi yapılmaz.

Genel Taşıt Araçlarında Meydana Gelen Ölümler


Vapur, uçak, tren gibi genel ulaşım araçlarında doğal olarak meydana gelen ölümlerde, bu taşıtların sorumlu amirleri üç nüsha ölüm tutanağı düzenlerler. Varılan ilk durma noktasındaki ilçe nüfus müdürlüğüne iki  örneğini teslim ederler.

Varılan ilk durma noktası yabancı ülkede ise, varıştan itibaren on gün içerisinde iki  örnek ölüm tutanağı en yakın Türkiye Cumhuriyeti temsilciliğine gönderilir. Yabancı ülkedeki ilk varış noktasında adresin bilinememesi gibi bir sebeple ölüm tutanaklarını gönderme imkanı bulunamadığı takdirde, nihai varış noktasındaki Türkiye Cumhuriyeti temsilciliğine verilebileceği gibi, dönüşte ilk veya nihai varış noktasındaki ilçe nüfus müdürlüğüne de verilebilir.

Asker Kişilerin Ölümleri


Asker Kişilerin Barışta Kıtalarındaki Ölümleri


Barışta kıtalarında ölen subay, astsubay, askeri memur, erbaş ve erlere ait ölüm tutanakları kıta doktoru, doktorun bulunmaması halinde bu işle görevlendirilmiş sağlık personeli tarafından üç  örnek düzenlenir. Bu düzenleme sırasında, ölen kişi şehit olmuşsa, tutanağın ilgili alanına “Şehittir” ibaresi yazılır.

Bu tutanaklar düzenleyen tarafından imzalanır ve kıta komutanı tarafından onanır. Erlere ait tutanaklar askerlik şubeleri, subay, astsubay ve askeri memurlara ait tutanaklar Milli Savunma Bakanlığı aracılığı ile nüfus kaydının bulunduğu yer ilçe nüfus müdürlüğüne gönderilir.

Asker Kişilerin Savaş, Ayaklanma veya Terörle Mücadele Sırasındaki Ölümleri


Savaş, ayaklanma veya terörle mücadele sırasında ölen subay, astsubay ve erlere ait ölüm tutanakları, görevlendirilmiş olanlar tarafından usulüne göre üç örnek  düzenlenir. Tutanağın ilgili alanına “Şehittir” ibaresi yazılır ve Milli Savunma Bakanlığı aracılığı ile nüfus kaydının bulunduğu ilçe nüfus müdürlüğüne gönderilir.

Bu tür ölüm tutanaklarının nüfus müdürlüklerine süresi içinde gönderilmemesi halinde, görevliler hakkında nüfus para cezası uygulanmaz

Doğa Olayları ve Kazalar Sonucunda Meydana Gelen Toplu Ölümler


Yer sarsıntısı, çöküntüsü ve kayması, sel baskını gibi doğa olaylarında veya hava, deniz, demir ve karayollarında ya da maden ocaklarında meydana gelen kazalarda, binaların çökmesi, yıkılması gibi nedenlerle toplu ölümlerin olması halinde Vali veya Kaymakamlarca görevlendirilecek memurlarca ölenlerin kimlikleri tespit edilir. Kimlik tespitinin yapılması mümkün olmadığı takdirde, Mülki İdare Amirince görevlendirilecek kişilerce ölenlerin fotoğrafları çektirilerek özel bir dosyada muhafaza edilir. 

Olaya adli makamlarca el konulmuş ise bu makamlarca yaptırılan tespitten yararlanarak ölenlerin kimlikleri ve nüfusta kayıtlı oldukları yer iki örnek halinde listeye geçirilir. Listelerin altı tutanak şeklinde bağlanarak listeyi düzenleyen görevlilerce imzalanır. Bundan sonra bu listelere, liste düzenlenmesine olanak bulunmadığı hallerde, ilgili makamların resmi yazıları veya bu makamlarca verilecek belgelere dayanılarak ölüm tutanağı düzenlenmek üzere listeler o yer ilçe nüfus müdürlüğüne teslim edilir. 

İlçe nüfus müdürlüğünün hasar görmüş olması halinde düzenlenmiş olan listelerle ilgili olarak Bakanlıklarca verilecek teslimata göre işlem yapılır.

Türk Vatandaşı ile Evli Olan Yabancıların Ölümü


Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ile evli olan bir yabancının Türkiye’de veya yurt dışında ölümü halinde,  yurt dışında Türk konsolosluklarına yurt içinde ise bulunduğu yer nüfus müdürlüğüne kişinin öldüğünü gösteren resmi belgelerin  intikal ettirilmesi halinde; ilçe nüfus müdürlüğünce diğer olaylar kütüğünden numara verilmek suretiyle Türk vatandaşının kaydının düşünceler alanına olaya ilişkin açıklama yapılır ve kişinin medeni durumu “dul” olarak düzeltilir. Ölüme ilişkin belge ise, bağ kurulmak suretiyle diğer olaylar ekler dosyasında saklanır.

Ölüm Tutanaklarının Nüfus Müdürlüklerince Düzenlenmesi


İlgili kişilerin resmi bir belge ile başvurmaları ya da ölümün resmi makamlarca bildirilmesi veya askerlik şubelerince yoklama kaçağı olarak aranan kişilerin ölmüş olduklarının tespit edilip, bu durumu ve kişinin ölmüş olduğunu gösterir zabıta tahkikatının  bir örneğinin gönderilmesi halinde, ölüm tutanakları nüfus müdürlüğünce  düzenlenir.

Ölümü belirten resmi belge olarak; sağlık kuruluşları veya özel hastanelerce düzenlenen kayıtlara dayanılarak kamu kuruluşlarınca verilmiş yazı veya raporlar, trafik kazalarıyla ilgili raporlar, mahkeme kayıtları, mahkeme kararları veya benzeri belgeler kabul edilir. Bildirim sırasında her hangi bir belge verilemediği takdirde ise ölünün yakınlarının ve ölüm olayını bilenlerin kimlikleri ve ikametgah adresleri tespit edilir.

Belgeler bir yazı ekinde güvenlik makamlarına gönderilerek Mülki İdare Amirliği aracılığı ile ilgili kişinin ölümünün araştırılması istenir. Kişinin öldüğünün tespit edilmesi halinde tutanak düzenlenerek ölüm olayı aile kütüğüne tescil edilir.           

Ölüme ilişkin tüm tahkikatlar müracaat edilen ilçe nüfus müdürlüğünce yürütülür ve sonuçlandırılır. Aile kütüklerinde çok yaşlı olup muhtemelen ölü olduğu sanılanlar varsa yakınları beyana davet edilir. Bu kişilerin ölü olup olmadığı yolunda en az iki yakınının beyanı alınır. Beyan verenler ölenin ölüm tarihini ay, gün ve yıl olarak ayrı ayrı bildirmeyip sadece yıl olarak bildirirlerse de beyanları kabul edilir.

Ayrıca tahkikat yapılmasına gerek görülürse tanıkların ölenin yaşında veya onun yaşına yakın olması aranmaz. Kişinin öldüğü yolunda aile büyüklerinden duyumlarının olduğunu ifade etmeleri kabul edilerek ölüm işlemi aile kütüklerine tescil edilir ve bu şekilde işlenen ölüm olaylarına para cezası işlemi uygulanmaz.

Ancak, idari bir işlemle ölümü işlenen kişinin sağ olduğunun herhangi bir şekilde anlaşılması halinde, durum Bakanlığa intikal ettirilerek, Bakanlığın veya ilgilinin bu yolda mahkemeden aldığı karara göre işlem tesis edilir.

Ölüm tutanaklarının Cumhuriyet Savcılıklarınca düzenlenmesi halinde ölenin kimliğine ilişkin bilgiler ile aile kütükleri arasında bir farklılık bulunmaması halinde işleme alınır. Kayıp kişiler hakkındaki hükümler saklıdır.

Yurt Dışındaki Ölümler


Yurt dışında bulundukları sırada ölen Türk vatandaşlarının ölüm olayı, ilgili yerel makamlardan alınan belgenin Türkiye Cumhuriyeti temsilciliğine verilmesi suretiyle bildirilir. Yabancı makamların ölüm belgesine dayanılarak dış temsilciliğimizde ölüm tutanağı düzenlenir. Ölüm tutanağının açıklamalar alanına “...............ce verilen ............... gün ve ......... sayılı belgeye dayanılarak düzenlenmiştir.” şeklinde açıklama yapılır. Bildirimi yapanın imzası ve varsa ölenin nüfus cüzdanı  alınır. 

Ölüm tutanağına ölenin nüfus cüzdanı eklenerek aile kaydının bulunduğu yer ilçe nüfus müdürlüğüne gönderilir.

Yurt Dışındaki Ölümlere Ait Tutanakların Türkiye’de Tutulması


Yurt dışında Türk vatandaşının ölümü her hangi bir nedenle Türkiye Cumhuriyeti temsilciliklerine bildirilemediği takdirde; yabancı resmi makamlardan alınan resmi belgenin Türkçeye çevrilip usulune göre onaylanmasından sonra müracaat edilen ilçe nüfus müdürlüğünce ölüm tutanağı düzenlenir.

Ölümün Aile Kütüklerine Tescili


Yetkili makamlar tarafından gönderilen iki örnek ölüm tutanağı aile kütüğüne tescil edilir. 

Ölüm tutanaklarına dayanılarak düzenlenecek ölüm ve mirasçı bildiriminin ilgili vergi dairesine bildirilmesinde ölenin ikamet adresi esas alınacağından, ölen kişinin ölüm olayını bilgi işlem ortamındaki kaydına tescil eden nüfus müdürlüğünün bulunduğu ilçede ikamet etmesi halinde, düzenlenecek ölüm ve mirasçı bildirimi, tescil işlemini gerçekleştiren nüfus müdürlüğünce ilgili vergi dairesine bildirilir. Ölen kişinin; 

a) ölüm olayının bildirildiği nüfus müdürlüğünün bulunduğu ilçede ikamet etmemesi halinde, nüfus müdürlüğünce bilgi işlem ortamındaki kaydına tescil işlemi gerçekleştirilmekle birlikte; düzenlenecek ölüm ve mirasçı bildirimi, ölenin ikametinin bulunduğu ilgili vergi dairesine,

b) Son kanuni ikamet adresinin tespit edilememesi nedeniyle ölüm tutanağında adres bilgisinin bulunmaması halinde, ölüm olayının bildirildiği nüfus müdürlüğünce bilgi işlem ortamındaki kaydında tescil işlemi gerçekleştirilmekle birlikte; düzenlenecek ölüm ve mirasçı bildirimi, ölenin nüfusa kayıtlı bulunduğu il defterdarlığına, gönderilir.

Ölüm Kaydının Kaldırılması


Aile kütüğündeki nüfus kaydına tescil edilmiş olan ölüm kaydı mahkeme  kararı ile kaldırılır. Ölüm kaydı ilgililer tarafından dava açılarak kaldırılabileceği gibi, kaydın yanlışlığı nüfus idaresince ileri sürülerek durum Cumhuriyet Savcılığına bildirilmek suretiyle de dava açılması  sağlanabilir.

Ölüm Kaydının Kaldırılması Kararlarının Tescili


Mahkeme yazı işleri müdürleri tarafından iki örnek olarak gönderilen kesinleşmiş  ölüm kaydının kaldırılmasına ilişkin mahkeme kararları aile kütüğüne tescil edilir

Türkiye’deki Yabancıların Ölümü


Türkiye’deki yabancıların ölümü nüfus idarelerine bildirildiği takdirde üç  örnek ölüm tutanağı düzenlenir. Bir örneği ilgililere verilerek diğer örneği yabancılar ölüm dosyasına konur, üçüncü örneği de Emniyet Müdürlüğüne gönderilir. Nüfus müdürlüklerine intikal eden yabancı kişilerin ölümlerine ait ölüm tutanakları ekinde ikamet tezkeresi mevcut ise, ikamet tezkeresi de ikamet izni verilen İl Emniyet Müdürlüğüne gönderilir.

Türkiye’de ölen yabancı, Devletimizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere taraf olan bir devletin vatandaşı ise hakkında örneğine uygun, çok dilde hazırlanmış bir örnek ölüm belgesi düzenlenerek ilgilinin uyruğu bulunduğu devlete iletilmek üzere Genel Müdürlüğe gönderilir.

Nüfusta Kayıtlı Olmayanların Ölümü


Aile kütüğünde kaydı olmayan kişinin ölümüne ilişkin tutanaklar yasal süre içerisinde gönderilmiş olmak koşuluyla nüfus idarelerince kabul edilirler.  Ölüm tutanaklarında yer alan bilgilere göre aile kütüğünde kaydı bulunmayan kişiler, Yabancılar ve Vatandaşlık Durumları Düzgün Olmayan Kişiler Kütüğüne kayıt edilerek Türk vatandaşı olup olmadıkları araştırılır. Türk vatandaşı olduğu anlaşıldığı takdirde, ölüm tutanağına dayanılarak nüfus idaresince re’sen doğum tutanağı düzenlenir.

Ölen kişi bu doğum tutanağına dayanılarak aile kütüğüne tescil edilir. Daha sonra ölüm tutanağı aile kütüğüne geçirilir, Yabancılar ve Vatandaşlık Durumları Düzgün Olmayan Kişiler Kütüğündeki kaydı, aile kütüğü ile bağ kurularak kapatılır. Yaptırılan soruşturma sonucunda ölen kişinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmadığı ve ailesinin aile kütüklerine kayıtlı bulunmadığı anlaşıldığı takdirde, ölüm tutanağı Yabancılar ve Vatandaşlık Durumları Düzgün Olmayan Kişiler Kütüğündeki kaydına işlenerek, yabancılar/ ölüm dosyasında muhafaza edilir. 

Kanunun öngördüğü on günlük bildirim süresi geçtikten sonra nüfus idarelerine gönderilmiş veya getirilmiş olan bu gibi ölümlere ait tutanaklar, resmi veya özel sağlık kurumları veya kamu kurum ve kuruluşlarının kayıtlarına dayanılarak düzenlenmişse nüfus idaresi tarafından kabul edilip, üzerinde yukarıda açıklandığı şekilde işlem yapılır.           

Ölen Kardeşin Nüfus Kaydının Kullanıldığı İddiası


Bir kişinin aile kütüklerine tescil edilmediği ve kendisinden önce doğup ölen kardeşine ait nüfus kaydını kullandığı yolundaki iddia ve bildirimleri, doğum ve ölüm olaylarının meydana geldiğini gösteren yetkili makamlarca verilmiş resmi bir  belge olmadıkça nüfus idaresince kabul edilmez ve verilen ölüm tutanakları işleme konulmaz. 

Resmi belge olarak:               


1) Sağlık kuruluşlarının kayıtlarına dayanılarak verilen doğum veya ölüme dair belgeler,             

2) Gömme izni ve bunlarla ilgili kayıt örnekleri,             

3) Diğer resmi dairelerde kişi ile ilgili olarak yapılan kayıt ve işlem örnekleri,             

4) İlköğretim ve varsa diğer okullara ait kayıt ve ayrılma tarihlerini gösterir belgeler,  kabul edilir.

Güvenlik makamlarınca beyanların doğru olup olmadığı yolunda geniş kapsamlı bir araştırma yaptırıldıktan sonra düzenlenecek dosya Bakanlığa gönderilir ve alınacak talimata göre gerekli işlem yapılır.            

Ölüm Karinesi


Bir kimse, ölümüne kesin gözle bakmayı gerektiren durumlar içinde ortadan kaybolursa, cesedi bulunamamış olsa bile o yerin en büyük Mülki İdare Amirinin emri ile kütüğe ölüm kaydı düşülür. Bir kimsenin genel taşıt araçlarında meydana gelen kaza sonucunda veya yangın, patlama, savaş gibi kişinin ölümüne kesin gözle bakılabilecek haller içinde kaybolduğu ve cesedi de bulunamadığı takdirde, bu durumu belgelendirilmek koşuluyla olayın meydana geldiği yerin en büyük Mülki İdare Amirinin yazılı emri ile hakkında ölüm tutanağı düzenlenir. Buna dayanılarak aile kütüğüne ölüm kaydı tescil edilir.

Ölümüne Kesin Gözle Bakılanların Tescili


Ölümüne kesin gözle bakılacak haller içinde kaybolan ve cesedi de bulunamayan kimselerin eşi, altsoyu ve üstsoyu ile kardeşleri, bunların yokluğu halinde mirasçıları tarafından her hangi bir nüfus müdürlüğüne yazılı olarak başvurmaları gereklidir. 

Sözü edilen yazılı başvuru sırasında varsa, iddiayı kanıtlayacak askeri veya emniyet makamlarından alınacak resmi belgeler ya da olayın meydana geldiği yerdeki kurumlardan alınacak resmi belgeler de dilekçeye eklenir. Herhangi bir resmi belge verilmemişse iddianın belgelendirilmesi istenir. 

Dilekçe, dilekçeye eklenen belgeler ve gerektiğinde nüfus müdürlüğünce yaptırılan soruşturma sonucunda elde edilen belgeler olayın doğruluğunu ve öldüğü iddia edilen kişinin o olayın meydana geldiği sırada o yerde bulunduğunu kanıtlamaya yeterli görülürse, kişinin kayıtlı olduğu yer nüfus müdürlüğü durumu gerekçeli olarak Mülki İdare Amirinin onayına sunar. 

En büyük Mülki İdare Amirince ölüm kaydının tescili uygun bulunmadığı takdirde ilgililerin istekleri reddedilir. Kendilerinden mahkemeye başvurarak kaybolan kimsenin ölü veya sağ olduğunun hakim tarafından hükme bağlanması istenir.  En büyük Mülki İdare Amirinin uygun bulması üzerine ilçe nüfus müdürlüğünce re’sen iki örnek ölüm tutanağı düzenlenir. Tutanağa “Ölümüne kesin gözle bakılacak hal içinde kaybolması nedeniyle Valiliğin/Kaymakamlığın .../.../.... gün, .....sayılı emri üzerine düzenlenmiştir” açıklaması yazılır ve yetkili makamlar tarafından gönderilen iki örnek ölüm tutanağı aile kütüğüne tescil edilir. 

1 Temmuz 2018 Pazar

YABANCI ÜLKELERDE YAPILACAK TEBLİGAT


Yabancı ülkelerde kişilere yapılacak tebligat


Yabancı ülkelerde kişilere yapılacak tebligat da milletlerarası adli yardıma dahildir; ve aynı zamanda, milletlerarası istinabe kavramı içerisinde yer alır.

Dava ile ilgili usulü işlemlerin davalıya tebliği, savunma hakkına riayetin temel unsurunu teşkil eder. Tebligat işlemi usulüne uygun olarak yerine getirilmedikçe dava görülemez. Türk mahkemelerinde açılan davalarda veya Türkiye'de yapılan icra takiplerinde, davalı veya borçlu yabancı ülkede bulunmakta ise tebligatın yabancı ülkede yapılması zarureti ortaya çıkar. Yabancı ülkede bir tebligatın nasıl yapılacağı ve yapılma yolları milletlerarası tebligatın konusunu teşkil eder.

Yabancı ülkelerde yapılacak tebligat, Tebligat Kanunu (m. 25-27) ile Tebligat Tüzüğünde (m. 36-43) düzenlenmiştir. Türkiye ayrıca birçok devletle iki taraflı adli yardımlaşma anlaşması yapmış ve yukarıda sözü edilen konuyla ilgili en önemli iki milletlerarası çok taraflı sözleşmeye katılmıştır. Bu duruma göre;

1. Türkiye ile tebligatın yapılacağı yabancı ülke arasında milletlerarası bir sözleşme mevcut değil ise, Tebligat Kanunu'nun ilgili hükümleri (m. 25 vd.) uyarınca hareket edilecektir. Buna göre, esas prensip tebligatı çıkaran makamın tebliğ edilecek evrakı bağlı bulunduğu Bakanlık vasıtasıyla Dışişleri Bakanlığına göndermesi, evrakın görev bölgesi göz önünde bulundurularak ilgili Türkiye Elçiliğine veya Konsolosluğuna intikal ettirilmesi ve bunların bulundukları yer hukukuna uygun şekilde yetkili makamlardan tebligat yapılmasını istemeleridir. Diplomatik usullere tabi olan bu yol uzun zamana ihtiyaç göstermektedir.

Yabancı ülkede kendisine tebliğ yapılacak kişi Türk vatandaşı ise, tebliğ o yerdeki Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğu aracılığı ile de yapılabilir. Bu halde, ilgili Bakanlık ve Dışişleri Bakanlığı devreye girmeksizin, bildirim doğrudan doğruya Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğu veya bunların görevlendireceği bir memur vasıtasıyla yapılır (m.25/a).

Tebliği çıkaran merciin, yabancı ülkede bulunan Türklere, öncelikle bu maddede belirtilen usulde tebligat yapmak mecburiyeti yoktur. Buradaki tebligat usulü, muhatabın Türk vatandaşı olduğu durumlarda, tebliği çıkaran mahkeme, kurum veya kişi için bir alternatif teşkil etmektedir. Diğer bir ifadeyle, 25/a'daki tebligat usulü kullanılmadan da, doğrudan diğer milletlerarası tebligat usullerinden istifade edilebilir.

2. Türkiye ile tebligatın yapılacağı yabancı ülke arasında tek bir milletlerarası sözleşmenin bulunması halinde, tebligatın tarafları bağlayan bu sözleşme hükümlerine göre yapılacağı hususunda tereddüt yoktur.

3. Türkiye milletlararası tebligat konusunu düzenleyen çok taraflı iki milletlerarası sözleşmeye taraftır. Bunlardan birisi 1.3.1954 tarihli Usul Hukukuna Dair La Haye Sözleşmesi, diğeri de 15.11.1965 tarihli Hukuki ve Ticari Konularda Adli ve Gayri Adli Belgelerin Yabancı Memleketlerde Tebliğine Dair La Haye Sözleşmesidir. Türkiye'nin tebligatın yapılacağı yabancı ülke ile birlikte birden çok milletlerarası sözleşmeye taraf olması halinde, bu sözleşmelerden hangisinin diğerine veya diğerlerine tercih edileceği tesbit edilmek gerekir.

a) Hukuk Usulüne Dair La Haye Sözleşmesi ile Hukuki ve Ticari Konularda Adli ve Gayri Adli Belgelerin Yabancı Memleketlerde Tebliğine Dair La Haye Sözleşmeleri arasındaki ilişkide, Hukuk Usulüne dair Sözleşme, Tebligat Sözleşmesinden daha geniş kapsamlıdır. Ayrıca tebligatla ilgili hükümler bakımından da aralarında farklılıklar mevcuttur. Ancak Tebligat Sözleşmesi konuya açıklık getirerek (m. 22), her iki Sözleşmeye taraf olan ülkeler açısından, tebligatın Tebligat Sözleşmesine göre yapılacağı, diğer konularda Hukuk Usulüne dair Sözleşme hükümlerinin uygulanacağı esasını kabul etmiştir.

b) Türkiye'nin iki taraflı adli yardım anlaşması yaptığı ülkelerle birlikte, aynı zamanda Hukuk Usulüne dair Sözleşmeye ve (veya) Tebligat Sözleşmesine taraf olması ihtimalinde, tebligat konusunda iki taraflı sözleşmenin mi yoksa çok taraflı sözleşmelerin mi tercih edileceği konusu, yine Tebligat Sözleşmesinin bir hükmü (m. 25) ile halledilmiştir. Buna göre, iki taraflı adli yardım sözleşmelerinin uygulanması La Haye Sözleşmeleri ile engellenmiş değildir. Bu duruma göre, tebliğ evrakının gönderileceği ülke ile Türkiye arasında adli yardım konusunda iki taraflı ve aynı zamanda çok taraflı sözleşme mevcut ise, mahkeme bu iki sözleşmenin getirdiği hükümlerden hangisi tebligatın daha kolay ve süratle yapılmasına imkan veriyorsa onu tatbikte serbest olacaktır.

YABANCI MAHKEME KARARLARININ TANINMASI VE TENFİZİ


2675 Sayılı Yasa’ya (MÖHUK) göre yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o ülke kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilamların Türkiye’de uygulanabilmesi, yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır. Yabancı mahkemelerin verdiği kararların ülkemizde tenfiz edilebilmesi olanağının yanında, yabancı mahkeme ilamının tenfizine gerek olmaksızın tanınması da bir ihtiyaç olarak karşımızdadır. Zira bazı hallerde tenfize gerek olmamakla birlikte, o yabancı ülke ilamının Türkiye’de kesin hüküm, kesin delil olarak kullanılabilmesi veya yabancı ülke ilamıyla Türkiye’de idari bir işlem yapılabilmesi gerekebilir.

Kısaca, yabancı ülkelerce verilmiş olan mahkeme kararları, Türkiye´de uygulanacaksa bu kararların Türk Mahkemelerince tenfiz edilmesi gerekir. Yabancı mahkeme kararı infaz hükümleri içeriyorsa, yani Türkiye’de de uygulanması gerekiyorsa tenfiz davası, infaz hükümleri içermiyorsa Tanıma davası açılmalıdır. Ancak tenfiz daha geniş kapsamlı olduğu için genellikle bu davanın açılması yoluna gidilmektedir. Yabancı bir mahkeme kararının tenfizi o kararın icra edilebilirliği demektir. Tanımada icra değil o ilamdan kesin delil veya kesin hüküm olarak yararlanma durumu vardır.

Tanıma ve Tenfiz davaları mutlaka davalıya yapılacak usulüne uygun davetiyeyle birlikte açılacak davada duruşma yapılarak görülür, evrak üzerinden karar verilemez. Bu davaların hasımsız dava niteliğinde açılması mümkün değildir. Dava basit usule tabidir. Adli tatilde de görülebilir.

Davacının Türkiye’de ikametgahı yoksa teminat göstermesi gerekmektedir. Teminat miktarını hakim takdir edecektir. Ancak karşılıklılık anlaşmasında bu konuda muafiyet varsa teminat şartı aranmaz. Birçok Avrupa ülkesi ile karşılıklık anlaşmaları mevcut olduğundan bu ülke kararlarıyla ilgili teminat şartı aranmamaktadır. Yetkili mahkeme davalının ikametgahı; Türkiye’de ikametgahı yoksa sakin olduğu yer mahkemesi, bu dahi yoksa “Ankara, İstanbul, İzmir” mahkemeleridir. Görevli mahkeme; aile hukukundan kaynaklanan davalarda Aile Mahkemesi diğer hallerde Asliye Hukuk mahkemesidir.(MÖHUK 35/I)

Özellikle boşanma davalarının tenfizi talepleri 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Ancak, karşı tarafın bu yönde bir itirazı olmadığı takdirde zamanaşımı süresinin dolduğunu hakim kendiliğinden gözetemeyecektir.

Tenfiz dilekçesine, Yabancı mahkeme ilamının ve ilamın kesinleştiğini gösterir yazı,şerh veya belgenin o ülke makamlarınca usulen onanmış aslı (APOSTİL ŞERHİ) ve konsoloslukça veya noterce onaylı tercümesi eklenir. Uygulamada, ilamın aslı yerine fotokopi eklendiğine rastlanmaktadır. Yasanın açık hükmü karşısında yabancı mahkeme kararının fotokopisiyle yetinilerek tanıma veya tenfiz kararı verilmesi mümkün değildir.
Mahkemenin tenfiz kararı vermesi için aşağıdaki şartların gerçekleşmesi gerekir.

a) Türkiye Cumhuriyeti ile ilamın verildiği Devlet arasında karşılıklılık esasına dayanan anlaşma yahut devlette Türk mahkemelerinden verilmiş ilamların tenfizini mümkün kılan bir kanun hükmünün veya fiili uygulamanın bulunması,

b) İlamın Türk Mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması,

c) Hükmün kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması,

d) O yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyapta hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk Mahkemesine itiraz etmemiş olması,

e) Türklerin kişi hallerine ilişkin yabancı ilamda Türk kanunlar ihtilafı kuralları gereğince yetkili kılınan hukukun uygulanmamış ve Türk vatandaşı olan davalının tenfize bu yönden itiraz etmemiş olması.

e maddesinde belirtilen husus özellikle boşanma davalarında sıkça karşımıza çıkmaktadır. Tarafların her ikisi de Türk'se, yabancı mahkeme Türk Hukukunu uygulayacaktır. Bazen tarafları Türk olan, yabancı mahkemelerce verilmiş boşanma kararlarında Türk Hukukunun uygulanmadığı, mahkemenin bulunduğu yabancı ülkenin hukukuna göre boşanma kararı verildiğine rastlanmaktadır. Böylesi bir durumda, karşı taraf tenfize bu yönden itiraz ettiği takdirde tenfiz kararı verilemeyecektir. Herhangi bir itiraz vaki olmadığında, karar açıkça Türk Kamu Düzenine aykırı değilse tenfiz kararı verilebilecektir.

Bu davaların teknik olarak analizini yaptıktan sonra uygulamada yaşanan bazı sorunlara değinmek istiyorum.

- Tenfizi istenen karar “MAHKEME” tarafından verilmiş bir karar olmalıdır. Bazı ülkelerde boşanma kararları kilise, belediye, valilik gibi mahkeme sıfatı olmayan idari birimlerce de verilebilmektedir. Bu makamların verdiği kararların Türkiye’de Tanınması veya Tenfizi mümkün değildir.

- Avrupa`da yapılan evlilikler zaman zaman konsolosluklara bildirilmemektedir. Bu nedenle nüfus kayıtlarında da evlilik gözükmemektedir. Kayıtlarda evlilik gözükmediği için vatandaşlarımız daha sonra yeniden evlenmek istediklerinde sorun yaşamadan nikah akdini yapmaktadırlar. Ancak bu durum ilerde başlarını ciddi manada ağrıtabilecektir. Hukukumuzda biriyle evliyken ikinci bir evlilik mümkün olmadığı için sonradan yapılacak evlilik geçersiz olacaktır. Hukuki deyimle mutlak butlanla batıl olan bir evlilik sözkonusudur. Dolayısıyla evlilik hukuken sakat doğduğu için bu evlilik akdine bağlanan sonuçlar da baştan itibaren geçersiz olacaktır. Ne tür sıkıntıların yaşanabileceği yazımızın konusu olmadığı için sonuçları tartışılmamıştır. Böyle bir durum sözkonusu ise konsolosluk vasıtasıyla evliliğin nüfus müdürlüğüne bildirilmesi sağlanmalı, bundan sonra boşanma veya boşanmanın tenfizi davası açılmalıdır. Nasıl olsa nüfus kaydında bekar gözüküyor diyerek ikinci evliliğin önünde herhangi bir engel olmadığı düşünülmemelidir.

- Uygulamada yaşanan bir diğer sorun, yabancı uyruklu şahıslardan veya Türk uyruklu olup da yabancı ülkede ilticacı konumunda olan vatandaşlarımızdan vekaletname alınırken yaşanmaktadır. Yabancı uyruklu şahıslar için konsolosluklarımız genelde vekaletname tanzim etmemektedir. Yabancı ülkede ilticacı konumunda olan vatandaşlarımız ise konsolosluklarımıza gitmekten çekinmektedirler. Bu gibi hallerde, yabancı ülke noterlerinin usulüne uygun düzenleyecekleri vekaletnamelerin Türkçeye tercüme edilerek bu tercümenin de konsolosluk veya Türkiye’de noterler tarafından onaylanması suretiyle bu sıkıntının aşılması yoluna gidilmektedir.

- Yurtdışına yapılan tebligatlarda da sorunlar yaşandığı gözlemlenmektedir. Uygulamada yurtdışına tebligat iki yöntemle yapılmaktadır.

Birincisi, Adalet Bakanlığı’nın Yabancı Memleketlere Gönderilecek Tebliğ Evrakı ve Masrafı ile Kendilerine Tebligat Yapılamayacak Şahıslara ilişkin 17.03.1980 tarihli tebliği ve bu tebliğde değişiklik yapan tebliğlere göre tebligat işleminin gerçekleştirilmesidir. Bu tebliğlerde gerek ikili anlaşmalar gerekse çok taraflı sözleşmelerle ilgili devlete tebligatın nasıl yapılması gerektiği belirtilmiştir. Tebliğ evrakının gönderileceği devletlerle memleketimiz arasında adlî yardım konusunda iki taraflı ve çok taraflı sözleşme varsa çok taraflı sözleşme hükümleri, ancak iki taraflı sözleşmede çok taraflı sözleşmeden ayrı ve özel bir hüküm varsa o hususta ikili sözleşme, tereddüt halinde yine ikili sözleşme uygulanacaktır. Uygulamada 184 örnek form kullanılması suretiyle tebliğ işlemi gerçekleştirilmektedir. Duruşma gününü ihtiva eden tebliğ evrakının, tebliği çıkaran merci tarafından muayyen günden en az üç ay evvel gönderilmesi gerekmektedir. Ancak adalet Bakanlığı duruşma gününün en az beş ay evvel postaya verilecek şekilde tespit edilmesini tavsiye etmektedir. Tebliğe ilişkin masrafların pul olarak gönderilmemesi, ilgili yabancı devlette tebliğ işlemi için ne kadar masraf gerekiyorsa, maliyeye yatırılacak harç makbuzunun tebliğ evrakına eklenerek gönderilmesi gerekmektedir. Gönderilen tebliğ evrakının ikinci sureti, yabancı ülkenin tebligata ilişkin mevzuatına göre, muhataba tebliğin yapıldığına, yapılamadıysa sebebine ilişkin şerh ile tebliğ çıkaran makama iade edilmektedir.

İkinci tebliğ yöntemi, 7201 Sayılı Tebligat Kanunu 25/a maddesine göre siyasi temsilcilik aracılığıyla tebliğ işleminin gerçekleştirilmesidir. Bu maddeye göre;

Yabancı ülkede kendisine tebliğ yapılacak kimse Türk vatandaşı olduğu takdirde tebliğ o yerdeki Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğu aracılığıyla da yapılabilir.

Bu hâlde bildirimi Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğu veya bunların görevlendireceği bir memur yapar.

Tebliğin konusu ile hangi merci tarafından çıkarıldığı bilgilerinin yer aldığı ve otuz gün içinde başvurulmadığı takdirde tebliğin yapılmış sayılacağı ihtarını içeren bildirim, muhataba o ülkenin mevzuatının izin verdiği yöntemle gönderilir.

Bildirimin o ülkenin mevzuatına göre muhataba tebliğ edildiği belgelendirildiğinde, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna başvurulmadığı takdirde tebligat otuzuncu günün bitiminde yapılmış sayılır. Muhatap Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna başvurduğu takdirde tebliğ evrakını almaktan kaçınırsa bu hususta düzenlenecek tutanak tarihinde tebliğ yapılmış sayılır. Evrak bekletilmeksizin merciine iade edilir.

Bu maddeye göre tebligat yapabilmek için muhatabın mutlaka Türk vatandaşı olması gerekmektedir.

Vatandaşlarımızın kafasına takılan bir diğer konu ise Yetkili Mahkeme hususudur. Yukarda yetkili mahkemenin neresi olduğundan bahsetmiştik. Ancak bu tür davalarda yetki kamu düzenine ilişkin olmadığından, eğer karşı taraf yetki itirazında bulunmayacak ise dava Türkiye’nin her yerinden açılabilmektedir.